Ocak 2020
Aylardır kötü ve yolsuz yöneticilere karşı direnişin sürdüğü Lübnan’da sadece son iki yılda yüz bini aşkın genç ülkesini terk etti.




Ancak işsizlikten en çok etkilenenlerin başında yüksek öğrenim görmüş gençler geliyor. Bu gençler arasında işsizlik oranı yüzde 37’ye ulaşıyor.
ÜLKEYİ TERK EDİYORLAR
Farklı etnik ve dini topluluklardan oluşması nedeniyle siyasi dengenin tutturulmasının başlı başına bir sorun olduğu Lübnan’da, Filistin ve Suriye’den gelen mülteciler de ekonomik sorunları büyütüyor. Kamplar dışında yaşayan mülteciler bile tek başına nüfusun beşte birine yakınını oluşturuyor.
Ancak ülkedeki sorunları daha da ağırlaştıran nedenlerden biri de son aylarda tepkinin sokağa vurmasına neden olan yolsuzluklar ve giderek kötüleşen yönetim. Ülkedeki ‘elit siyasi sınıfın’ yolsuzluklara bulaşması nedeniyle başta eğitimliler olmak üzere Lübnanlı gençlerde ülkeyi terk etme eğilimi de artış gösteriyor.
2019’DA YÜZDE 42 ARTIŞ
‘Information international’ adlı bağımsız bir araştırma kuruluşunun çalışmasına göre, özellikle 2019’da ülkeyi terk edenlerin sayısında yüzde 40’ın üzerinde bir artış görüldü. Buna göre, 2018 yılında 41 bin 766 kişinin Lübnan’ı terk ettiği savunulan verilerde, 2019’da bu sayının yüzde 42 arttığı kaydediliyor. Bu sayı toplamda 62 bine yaklaştı. Bunların önemli bir kısmının gençler olduğu bildiriliyor.
EN ÇOK ARANAN KELİME ‘GÖÇ’
Google Trends tarafından açıklanan verilere göre, iç savaşın bittiği 1990’dan ve özellikle de 2000’li yıllardan sonra eğitimlilerin geri dönmeyi tercih ettiği Lübnan’ı terk etmek isteyenler çoğalıyor. Buna göre, geçtiğimiz kasım ve aralık aylarında Google’da en çok aranan kelimeler arasında ‘göç’ yer alıyordu. ‘Göç’ kelimesi içeren aramaların son 5 yılın en yüksek seviyesinde olduğu da Google Trends’in verdiği bilgiler arasında.

Suruç'ta 33 kişinin katledildiği DAİŞ'in bombalı saldırısı dava duruşmasında, İmam Abdullah Ömer Aslan’ın salıverildiğini ve sanık sandalyesinin boş olduğu öğrenildi.



Sanık Yakup Şahin, tutuklu bulunduğu cezaevinden Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla katıldığı duruşmada, herhangi bir beyanda bulunmadı.
Duruşma patlamada yakınlarını kaybedenlerin söz almasıyla devam etti. Kızı Nazegül Boyrazı'ı kaybeden Bayram Boyraz, İstanbul'dan 17 saatlik yoldan geldiğini, her gelişlerinde sorun yaşadıklarını ifade etti. Sanıkların neden getirilmediğini soran Boyraz, "Benim 7 yaşındaki torunum, 'Dede bu davada ilerleme olmuyor' diyor. 'Yargı baskı altında' dedi. Ben karşı tarafın avukatına sormak istiyorum, hangi vicdan bir katilin avukatı olabilir. Bu katliamı aydınlatın. Her kim varsa arkasında çıkarılsın" dedi.
Mehmet Şerif Akkalı, İlhami Balı'nın eşi Hülya Balı'nın dinlenmesini istedi. İmam Abdullah Ömer Aslan'ın çelişkili ifadelerine dikkat çeken Akkalı, "Bu kişinin tutuklanıp sorgulanması gerekiyor. Bu şahsın çantasında DAİŞ'in bayrağı çıktı. Güvenlik güçleri bu adamı nasıl serbest bıraktı? Kimse bu adamı emniyette görmedi mi? Yine Şengül Çelebi'nin dinlenmesini talep ediyoruz. Sonuna kadar bu davayı takip edeceğim" ifadelerini kullandı.
'KATLİAMIN ARKASINDA KİM VAR?'
Kürtçe konuşan Şemsa Yurtgil, "İçim dolu, ben bunu ancak Kürtçe dile getirebilirim. Bu katliam neden çözülmüyor? Kim var bunun arkasında? Abdullah Ömer Aslan'ı yakalayıp, sakalını kesip, arka kapıdan salıverdiler. Yani takdir edilip bırakıldı. Ben bu davayı var olduğum sürece takip edeceğim. Benim çocuğum katledildi. Biz buraya geldiğimizde sanki biz suçluymuşuz gibi davranılıyor. Patlama yerinde oğlumun telefonunu aradık çalışabilir durumdaydı. Ama bize çocuğumun telefonu verilmedi. Ben oğlumun telefonunu istiyorum. Bu soruşturmayı yürütenlerin vicdanı rahat mı?" diye sordu.
Katliamda yaralı kurtulan Aydeniz Aslan, katliamın üzerinden 5 yıl geçtiğini, davanın geleceği olmayan bir dava olduğunu, 33 insanın katledildiğini, ancak mahkemenin sanık sandalyesinin boş olduğunu dile getirdi. Davada hiçbir ilerleme olmadığını söyleyen Aslan, "Abdullah Ömer Aslan elini kolunu sallayarak çıktı gitti. Bu bırakılma ile ilgili bir gerekçe bile söylenmedi. Biz patlama gününe dair emniyettin telsiz kayıtlarının ortaya çıkartılmasını istiyoruz. Bu katliamın tanığı olarak diyorum ki bu katliam örgütlü ve organize bir şekilde yapıldı. Yine HTS kayıtları, kamera görüntülerinin ortaya çıkmaması tesadüfi değildir. Toplumda travma etkisi yaratan bu katliam için topluma hesap verilmelidir. Mahkeme heyetinin cesur kararlar alması gerekiyor. Yine bu mahkemenin cezaevi kampüsünde yapılması vicdanı zedeler niteliktedir" diye belirtti.
Çağdaş Aydın'ın babası Fethi Aydın, şunları söyledi: "Ben İstanbul'dan bin 300 kilometre yol geldim ve 13 duruşmadır geliyorum. Uzun yolda aç susuz geliyoruz. 5 yıl geçti. 5 saatlik görüntü ortaya çıkartılmadı, kayıp. Bu görüntüleri ortaya çıkaracak kimse yok mu? Biz çocuklarımızın ideallerini gerçekleştireceğiz ve bu davayı sonuna kadar takip edeceğim. Benim yargıya olan inancım azalıyor."
Savunma avukatlarından Sevda Çelik Özbingöl, 13 duruşmadır taleplerini tekrarladıklarını, kısmi olarak heyet değişikliği olduğunu, zamanın geçmesiyle dosyada bir kopukluk olduğunu belirtti. Abdullah Ömer Aslan hakkında herhangi bir tedbir kararı olup olmadığını soran Özbingöl, "Suç duyurusunda bulunuldu, yakalama kararı var mı? Bu durumu yetersiz görüyorum. Soruşturma etkin yapılmadı. Ama etkin bir kovuşturma yapılabilir. Abdullah Ömer Aslan hakkında ek bir iddianamenin hazırlanıp bu dosya ile birleştirilmesi gerekiyor. DAİŞ ile bağlantısı olduğu ortaya çıkmıştır telefon kayıtlarında. Bu kişilerin adreslerinin tespit edilip, kaçmamaları için önlemlerin alınması gerekiyor. Abdullah Ömer Aslan'ın Aile Ceza Mahkemesi’nde boşanma davası açtığını öğrendik. Bu durum adamın kaçma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteriyor. Suriye'ye yapılan müdahaleler ile çok sayıda DAİŞ üyeleri yakalandı. Aranan kişilerin bunlar içinde olup olmadığını öğrenmek istiyoruz. Dışişleri Bakanlığı tarafından bu kişilerin tespit edilip, zamana yayılmadan buraya getirilmesi gerekiyor" diye konuştu.
Avukatlardan Sezin Uçar, katliamın hukuksuzluklarla dolu bir celsesini daha geride bırakacaklarını, çok fazla talepte bulunduklarını, fail, kurum, tanıklar hakkında suç duyurusunda bulunduklarını, ancak kabul edilmediğini söyledi. Sınırlı bir iddianameyle davanın devam ettiğini kaydeden Uçar, şöyle devam etti: "Suruç katliamı bu ülkenin yaşanmış en büyük katliamlarından. DAİŞ bu ülkede birçok katliam yaptı. Bu katliamların hepsi ayrı ayrı ele alınıyor. Olması gereken bu dosyaların bir bütün olarak ele alınmasıdır. Abdullah Ömer Aslan'ın fail olduğunu defalarca kez söyledik. Yine tanık olarak dinlenmesi hep reddedildi. Bu kişinin çelişkili ifadeler verdiğini hep söyledik. Sonuç itibari ile suç duyurusunda bulunuldu ama yine de bir ilerleme yok. Davutoğlu'nun açıklamalarını herkes biliyor. 7 Haziran ile 1 Kasım sürecine yönelik resmen itiraflarda bulundu. Ama bunu gören yargı hiçbir adım atmadı. Davutoğlu'nun dinlenmesi kime ne kaybettirecek. Yine bu katliamda ihmali bulunan herkes hakkında suç duyurusunda bulunduk. Yine DAİŞ'e üye olan kişiler bu devletin üst kademelerindeki kişiler ile görüşmeler gerçekleştirmiş bu durum neden görülmüyor? Yine MİT'in mahkeme ile elde ettiği bilgileri paylaşmama durumu var, mahkeme heyeti olarak neden talep etmiyorsunuz?” şeklinde konuştu.
Dönemin TEM Şube Amiri Ahmet Oğuz Davarcı'nın dinlenmesini talebini hatırlatan Uçar, “Çünkü kendisi sosyalist gençlere yönelik canlı bomba saldırısının gerçekleşebileceğinin istihbaratını aldıklarını söyledi. Bu adam neden dinlenilmiyor? Kamera görüntülerine yönelik büyük bir sorumsuzluk var. Görüntüler ortaya çıkarılmıyor ve kayıp" dedi.
Urfa Baro Başkanı Abdullah Öncel, yaptığı savunmada, katliamın toplumun vicdanını yaraladığını, 80 milyon Türk vatandaşının bu dosyaya müdahil edilmesi gerektiğini dile getirdi. "Biz bu barbarlara Türkiye'de siyasetçiler tarafında göz yumulduğunu gördük" diyen Öncel, sözlerini şöyle sürdürdü: "Şimdiye kadar etkin bir soruşturma yapılmamış olabilir ama hala geç değil. Biz dosyanın tek tutuklusu Yakup Şahin'in mahkemeye getirilmesini istiyoruz. Getirilmiyorsa bize gerekçesini söylesinler. Bugün MİT uluslararası operasyonlar yapıyor. Yani bu devletin gücü var. Bu devletin gücü Deniz Büyükçelebi ve İlhami Bali'yi getirmeye yetmiyor mu? Yine Ahmet Davutoğlu'nun açıklamaları var. Diyarbakır, Ankara Suruç katliamları yaşandığında Davutoğlu bu ülkenin başbakanıydı, neden dinlenmesin? Mahkeme heyeti olarak bu ailelerin çocuklarını geri getiremezsiniz ama adaleti sağlayabilirsiniz. Bu devlet Deniz Büyükçelebi ve İlhami Bali'yi getirip yüz yüze bu davayı sürdürebilir. Yine Yakup Şahin'i bu mahkemeye getirin" talebinde bulundu.
Mahkeme, savunmalar ardından karar için duruşmaya ara verdi. Verilen bir saat aranın ardından mahkeme heyeti, avukatların sanık Yakup Şahin'in duruşma salonunda hazır edilmesi, İmam Abdullah Ömer Aslan'ın tutuklanması taleplerini reddederek, patlamanın yaşandığı günün tüm görüntülerinin analiz edilip, canlı bomba Abdurrahman Alagöz ile İmam Abdullah Ömer Aslan'ın bağlantısının olup olmadığının tespit edilmesine karar verdi. Duruşma, 20 Mayıs'a ertelendi.


PIKTES ÖĞRETMENLERİ ANLATIYOR: "Suriyelilerle Teneffüs Yapılmasın Diye Zil Saatleri Değiştirildi" bianet'e konuşan Suriyeli çocukların eğitiminde yer alan PIKTES öğretmenleri: "Suriyeliler çekip gitsinler kurtulalım, diye düşünülüyor. PIKTES projesi bitince sanıyorlar ki öğrenciler de gidecekler ama öyle bir şey olmayacak."
Milli Eğitim Bakanlığı ve Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu'nun birlikte yürüttüğü "Suriyeli Çocukların Türk Eğitim Sistemine Entegrasyonunun Desteklenmesi Projesi" (PIKTES) kapsamında görev yapan öğretmenler, Suriyeli öğrencilerin karşılaştıkları sorunları ve ayrımcılığı bianet'e anlattılar.
PIKTES öğretmenleri, toplumdaki Suriyeli algısının eğitimde de farklı olmadığına dikkat çekerek, yaşanan ayrımcılığı şöyle özetlediler: "Kadrolu öğretmenler Suriyeli çocuklara yaklaşımımıza bile şaşırıyorlar. Yok temiz değiller, yok hastalıklar... Böyle bakıyorlar. Bu süreçle ilgili kitap yazsam sonu gelmez, bitmez."
Farklı illerde görev yapan ancak güvenlik nedeniyle isimlerinin açıklanmasını istemeyen dokuz PIKTES öğretmeninin, anlatımları şöyle:

"Vebalı olarak görülüyorlar"

“Bizim programın adı “entegrasyon” yani temele indiğinde kaynaştırma esaslı bir program ama uygulamada daha çok ayrım var. İdareciler de başta olmak üzere toplumdaki birçok birey tarafından Suriyeliler vebalı olarak görülüyor, çocuklar çok daha mağdur, ötekileştiriliyorlar.” 

"Gitsinler de kurtulalım, diye düşünülüyor"

“Suriyeliler çekip gitsinler kurtulalım, diye düşünülüyor. PIKTES projesi bitince sanıyorlar ki öğrenciler de gidecekler ama öyle bir şey olmayacak. Savaşı yapan çocuklar değil veya ‘çocukların eline silah verip gidin savaşın’ diyemeyiz bunu okullarımızda anlatıyoruz ama ne idarecilerimiz bundan anlıyor ne de proje il koordinatörleri...”

“İki foto, iki video ilgi bu kadar”

“Bize yaklaşılan tutum ortada, çocuklara nasıl yaklaştıkları da belli; arada bir göstermelik iki foto, iki video onun dışında gören duyan ilgilenen yok. Mesela; Türk öğrenciler ile Suriyeli öğrenciler beraber teneffüs yapmasın diye zil saatleri değiştirildi.”

“Kimsenin yaklaştığı yok; umurlarında değiller”

“Kimsenin yaklaştığı yok umurlarında değiller benim gözlemlediğim bu. Verdikleri yıllık plan tam bir fiyasko. Türkiye vatandaşı çocuklara bile harflerin öğretilmesi bir öğretim yılına yayılırken bizde bir dönemde sıfır Türkçesi olan çocuk okur yazar olsun isteniyor. Verdikleri kaynaklar -ki genelde dönem sonu gelir- çocukların ihtiyaçları ile alakasız. Yani her şey göstermelik oluyor çocuklara yaklaşımları da…”

“Suriyelileri bela gibi görüyorlar”

“Okuldan ve yöneticiden yöneticiye değişiyor ama çok büyük bir çoğunluğu Suriyeli çocukları sevmiyor bela gibi görüyorlar. Kadrolu ya da sözleşmeli öğretmenler de dahil olmak üzere… Mesela bu uyum sınıfları açıldı yöneticiler ve öğretmenler öğrencinin seviyesine bakılmaksızın bize gönderip kurtulma algısındaydı.”

“Dezenfekte olup yollarına bakıyorlar”

“Arada okullara gelinir fotoğraf çekilir hocalarımız azarlanır sonra çektikleri fotoğrafları sosyal medyada çok ilgiliyiz edasıyla bir kaç süslü sözle paylaşır dezenfekte olunur yollarına bakarlar.”

“Öğrencilerimize asla ayrımcılık yapmadık”

 “Eğitim ülkenin acı ama gerçek yüzü maalesef. Bir öğretmen ve vatandaş olarak söylenecek çok şey var. Okulun kadrolu öğretmenleri Suriyeli çocukları ötekileştiriyor sınıfların en son sıralarında oturuyorlar ve ilgi sıfır bizim gidip onlardan almamızı bekliyorlar kaçırdıkları bir şey var çocuğun dili dini ırkı cinsiyeti olmaz olamaz.
Kızdığımız delirdiğimiz kendimizi paraladığımız çok şey var; doğru! Lakin asla ve asla ayrımcılık yapmadık. Nice görüştüğümüz düğününe gittiğimiz evine misafir olduğumuz kendisinden haber aldığımız öğrenciler mezun ettik. ‘Hocam iyi ki siz vardınız sayenizde şimdi üniversitedeyim, şu lisedeyim bu haldeyim’  diyen öğrencilerimiz var.”

“Kitap yazsam bitmez”

“İlkokullarda okuma yazmayı öğrenememiş gerek öğretmenden dolayı gerekse de kişisel gelişimden dolayı sıkıntılı Suriyeli olmayan Türk öğrencileri de bize veriyorlar; biz okuma yazma öğrettik öğretiyoruz. Bu projede çalışan öğretmenlerin çoğu da fedakâr ve hümanist insanlar.
Tek felsefemiz çocuğun dili dini ırkı olmaz düşüncesidir. Mesela ben yeri geldi öğrencilerimin yemeğini de verdim burnunu da temizledim. Arabı, Kürdü, Sünnisi, Alevisi, Ezidisi hepsini biz kucakladık.
Oysa kadrolu öğretmenler,  Suriyeli çocuklara yaklaşımımıza bile şaşırıyorlar. Yok temiz değiller, yok hastalıklar... Böyle bakıyorlar. Bu süreçle ilgili kitap yazsam sonu gelmez, bitmez."

“Gelen yardımları çocuklara dağıtmıyorlar”

“Mültecilere karşı ülkemizde genel olumsuz bir tutum var. Fakat biz bu çocukları ayırt etmeden işimizi yapıyoruz. Mesela; Suriyeli öğrenciler için gelen yardımları Suriyelilere dağıtmayıp diğer öğrencilere dağıtıyorlar. PİKTES için yapılan seminerler ve eğitimlere PİKTES öğretmenleri değil de kendileri gidiyorlar.” (RT)

„TEKİLA „Tez: Acı bile olsa hakikati söylerken gülmeniz, sizin ağlamanızı bekleyenleri çatlatacaktır. Vaktiniz varken gırgırınızı geçin yaşamla. Çünkü o size ilmek ilmek, çok ama çok kötü bir son örmekte. Kuyalanacaksınız!“ Ve Adam evden çıktı. Adamın evden çıktığı saatte karnavalın ilk düdükleri çalınıyordu. Kendilerine „Uçuk-Kaçık-Deli“ diyen bir yığın insan allı morlu giyinmiş, bira şişelerini oralarına buralarına sokuşturmuş, küçük bira fıçılarını boyunlarına asmış, birileri tarafından verilen „Deliler ilk hedefiniz birahanelerdir“ komutuna uyarak, uygun adım marş gidiyorlardı. Adam kalabalıklardan ve uygun adım marş yürüyüşlerden oldum olası hoşlanmıyordu. Yine de insanların omuz omuza faşizme karşı değil ama bira bardaklarına karşı şiddetli bir mücadele verdikleri birahanelerden birine girdi. Herkes yanyana, göt göte, kucak kucağaydı. Adam dirseklerini kullanarak kalabalığın arasında, barın tam önünde kendine bir götlük yer açtı. Birahanede rakı bulamayacağını bildiğinden ve „Bacardi“nin Küba’daki sulandırılmış sosyalist yönetimi devirmek isteyen Amerika destekli bir şirketin ürünü olduğunu yıllar önce öğrendiğinden, ayrıca koyu bir Zapata hayranı olduğundan barmenden bir tekila istedi. Barmen kuş gagasına benzeyen minicik bir bardağın yarısını bile doldurmayan tekilayı ona uzatınca Adam „Bir su bardağını tam doldur, yanına da dolu bir tuzluk ve iki limon ver“ diye diklendi barmene. Barmen „Ama tekila böyle içilir“ diye itiraz etmeye kalkışınca Adam, „Bu gün kuralsızlık günü değil mi, ben de bir kuralı bozuyorum, ver şu tekilayı“ diyerek diretti. İnsanlar küçük harflerle konuşmak yerine bağırmayı yeğliyor, bir an önce eğlencenin göbek havasına girmek için çabalıyorlardı. Adamın sağ yanında duran bir kadın yanındaki kadın arkadaşına Adam’ın tekila bardağını göstererek bir fıkra anlatmaya başladı. „Hiç şehir görmemiş zenginin biri şehre gelmiş, bir birahaneye girmiş, bir şeyler içmek istemiş ve duvardaki listeye gözü takılmış: ‚Çay: 1 lira, Kahve: 2 lira, Bilardo: 3 lira.’ Zengin adam ‚Ucuz şeyler içip kendimi rezil etmeyeyim’ diye düşünmüş ve garsona ‚Bana bir bilardo’ diye bağırmış. Deneyimli garson, adamın "Bilardo'nun bir içki değil, bir oyun olduğunu" bilmeyen acemi biri olduğunu hemen anlamış ve bardağı alıp tuvalete gitmiş, bardağı sidikle doldurup getirmiş, adama vermiş. Adam bir dikişte içmiş bardaktaki sıvıyı, sonra ‚Bir bilardo daha’ diye bağırmış. Bir, iki üç derken barmen artık bardağı dolduramaz hale gelmiş, barda çalışan kadın arkadaşına ‚Git bu kez de sen doldur’ demiş. Kadın gitmiş tuvalete, bardağı sidikle doldurup getirmiş, adam yine bir dikişte içmiş sidiği ve ‚Barmeeen’ diye bağırmış, ‚Sanma ki anlamadım, fıçıyı değiştirmişsin!“ Kadının anlattığı fıkrayı dinleyen Adam kendisine atılan taşı elbette hissetti ve barmene „Getir şu tekila şişesini, tuvalete de gitme“ diye bağırdı. Barmen tekila şişesini getirince Adam fıkrayı anlatan kadına döndü, şişeyi uzattı ve „Bir bilardo ister misiniz“ diye sordu. İşte böyle tanıştı Adam saçları rengarenk olan karnavalcı kadınla ve sonrası özel yaşamın özel karnaval ilişkileri olduğundan felsefenin konusu olmaktan çıktı." A. KADİR KONUK
Çarşı ve mahalle bekçilerine kimlik sorabilme ve silah kullanma yetkisi veren kanun teklifi İçişleri Komisyonu’nda kabul edildi.
Çarşı ve mahalle bekçilerine insanlara kimlik sorabilme, silah kullanma yetkisi ile adli görevler verilmesi gibi düzenlemeleri içeren 18 maddelik Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu Teklifi, Meclis İçişleri Komisyonu’nda kabul edildi.
Kanun teklifinde bekçilerin görev tanımı "genel kolluk kuvvetlerine yardımcı olmak" olarak tanımlandı. Teklife göre, bekçiler, İçişleri Bakanlığı tarafından sınavla alınacak ve emniyet ve jandarma teşkilatları bünyesinde silahlı kolluk olarak istihdam edilecek.
Kanun teklifinde, çarşı ve mahalle bekçilerine halka yardım amaçlı tanımlanan görev ve yetkilerin yanı sıra protesto gösterilerine saldırı, kimlik sorma, üst araması yapma ve silah kullanma yetkisi veriliyor. Buna göre, bekçiler, "kolluk kuvvetleri gelene kadar gösteri ve yürüyüşlerde karışıklığı önlemek için tedbir alabilecek.
Bekçiler, "Bir suç veya kabahatin işlenmesini önlemek, suç işlendikten sonra kaçan faillerin yakalanmasını sağlamak, işlenen suç veya kabahatlerin faillerinin kimliklerini tespit etmek, hakkında yakalama emri ya da zorla getirme kararı verilmiş olan kişileri tespit etmek, kişilerin hayatı, vücut bütünlüğü veya mal varlığı bakımından ya da topluma yönelik mevcut veya muhtemel bir tehlikeyi önlemek amacıyla” durdurulabilecek.
Durdurma için “makul” bir sebep yeterli olacak. Kanun teklifinde "Süreklilik arz edecek, fiili durum ve keyfilik oluşturacak şekilde durdurma işlemi yapılamaz" denildi. Bekçiler durdurduğu kişiye kimlik sorabilecek, soru yöneltebilecek. Kimliği tespit edilemeyen kişiler kolluk kuvvetlerine bildirilecek.
Bekçiler, sadece kişileri değil araçları da durdurabilecek. Ayrıca silah ya da tehlikeli madde taşıdığından şüphelendikleri kişilere üst araması yapabilecek. Üst araması giysileri çıkarılmadan elle yüzeysel olarak yoklama biçiminde yapılacak. Araçlarda ise dışarıdan bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerde arama yapamayacak.
Kanun teklifinin 9. Maddesi’ne göre, çarşı ve mahalle bekçileri, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'nun 16. maddesinde belirtilen zor ve silah kullanma yetkisine sahip olacak. Söz konusu kanun, polise bu konuda geniş yetkiler veriyor. Kanun teklifi yasalaşırsa, bekçiler “görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkili” olacak.
Silah kullanma yetkisi ise şöyle tanımlanıyor: “Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.”
Polisin kullandığı kelepçe, cop, basınçlı veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, polis köpekleri ve atlarını bekçiler de kullanabilecek. Olası bir “meşru müdafaa” durumunda ise zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalma zorunluluğu bulunmuyor.
Doğuş Holdinge ait Galataport'ta çalışan işçiler aylardır maaşlarını alamıyor. Firma yetkilileri taşeron olarak çalışan işçilere alacaklarının üçte birini vermeye çalışıyor. Teklifi kabul etmeyen işçiler şantiye önünde eylem yapıyor.
Galataport işçileri: “Aylardır maaşlarımız ödenmiyor”
Anadolu’nun çeşitli illerinde gelerek Karaköy’deki Galataport inşaatında çalışan işçiler haklarını alamadıkları için bir süredir günlerdir Doğuş Holding’e bağlı Galataport inşaatının önünde eylem yapıyorlar.
Gazete Duvar’ın haberine göre, işçilerin eylemlerine destek veren Emeğin Gücü Derneği Yöneticisi Hasan Ergül, bir kaç aydır bu tür şikayetler aldıklarını belirterek, “Bazı taşeron işçilerin sorunlarını çözdük. Biz şantiye önüne gidip pankart açıyorduk, Doğuş Grubu, ‘Bizi medyada göstermeyin, aman toplayın bizi rezil etmeyin’ diyerek taşeronlara baskı yapıyordu. Böylece işçiler bütün haklarını alıyordu” dedi.

“İşçilere baskı yapıyorlar”

Çalışanlar haklarını alamadıkları için Emeğin Gücü Derneği’ne başvurarak yardım istiyor. Dernek üyeleri ise haklarını alamayan mağdur işçilere destek olmak amacıyla Galataport firması önünde eylem yapıyor.
Emeğin Gücü Derneği Yöneticisi Hasan Ergül konuya ilişkin açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
Muhtelif taşeronlar var ama ana firma Doğuş firması. Anas yapı diye bir taşeron firma var. İşçilere mobing uyguluyor. Bir yılı doldurmuş, işi de bitmek üzere olan işçilere kıdem hakları olmasın diye baskı uygulayarak uzaklaştırıyor. Son üç aylık maaşlarını ve kıdemlerini vermeden memleketine gönderiyor. ‘Size paralarınızı göndeririz’ diyor ancak göndermiyor. Bir de koğuşlardan atıyor bu işçileri. Direnenler olursa, mesela adamın içerideki parası 15 bin lira 3 bin lira veriyor ‘git’ diyor. Şu anda bu baskılara boyun eğmeyen bazı işçiler var. Onlar da Galataport firmasının ana girişi önünde eylemlerini devam ettiriyor.
Biz bir kaç aydır bu tür şikayetler alıyoruz. 20-30 kişilik taşeron işçi gruplarının sorunlarını çözdük. İş yerinin önünde bir pankart açıyorduk, Doğuş Grubu eylemin medyaya yansımaması için taşeron firmaya baskı yapıyordu. Firma da işçilerin bütün haklarını veriyordu. Ama baktılar ki önünü alamıyorlar taşeronlarla bir toplantı yaptılar. Ortak karar almışlar ve şunu diyorlar: ‘Biz taşeronlara paralarını ödedik, bizimle alakası yok. Mahkemeye gidin.’ Halbuki İş Kanunu’nun ikinci maddesi diyor ki; ‘işçi alacaklarından ana firma sorumludur.’ Biz de bu maddeye dayanarak Doğuş Grubu’nu ödemeleri yapmaya davet ediyoruz.

“Alacaklarımız 15 bin TL ancak 4 bin TL veriyorlar”

Tokat’tan gelen ve maaşını alamayan işçilerden Hasan Oğuz, mesaileri ile birlikte kalan ücretlerini almak istediklerini belirterek şunları söyledi:
İşçilerin ortalama 15 bin TL alacağı var. Ancak firma bize 4 bin lira veriyor. Biz bunu kabul etmiyoruz. 2 ay çalıştıktan sonra izne gittim. Döndükten sonra 11 ay daha çalıştım. Kasım, aralık ve ocak aylarına ait maaşlarımız şu anda duruyor. Maaşımızı vermek için bize ‘Tazminat ve kıdem haklarımı aldım’ diye kağıt imzalatmaya çalışıyorlar. Daha önce çalışan arkadaşlar bu taşeron firmalarda çalışanların tanıdıkları olduğu için onlar ne verdiyse alıp gittiler. Onlara yaptıkları şeyi bize de yapmak istiyorlar.

“Mahkemeye versek 5 sene sürecek”

Mardin’den geldiğini ve günlük 115 TL yevmiye ile çalıştığını söyleyen Hakan Abışka ise şöyle konuştu:
Firma kasım, aralık ve ocak aylarına ait maaşlarımızı vermiyor. ‘Git mahkemeye ver’ diyorlar. Mahkemeye versem 5 sene sürecek. Adam bizi tehdit ederek paramızı vermiyor. Benim hakkımın üçte birini vermek istiyor. Ben onların teklif ettiği parayı kabul etmediğim için bu sefer hiç ödeme yapmıyorlar.(Basın)
LENİN’İN “VASİYETNAMESİ” ÜZERİNE DEDİKODUNUN MİMARI “HERGELE” TROÇKİ’DİR
Ekim “devrimin büyük önderi”,“Rus devriminin gerçek lideri”, Lenin'in “kanka”sı, hem “Marksist” hem “Leninist” hem de “Bolşevik” Troçki, sürekli devrimci, Ekim Devriminin “özü, çehresi, ruhu”, “Robespierr”i, “birinci önderi”, “mimarı”, Troçki, “Mont Blanc'ın aydınlatan zirvesi”, Batı burjuvazisinin “Kızıl Napolyon”u, “Avrupa demokrasisinin şövalyesi” Troçki, “Bolşevik-Leninist”, “esin kaynağı” Troçki',
Lenin'in deyimiyle Rus devriminin “hergele”sinden başka bir şey değildi.
Ekim “devrimin büyük önderi”,“Rus devriminin gerçek lideri”, Lenin'in “kanka”sı, hem “Marksist” hem “Leninist” hem de “Bolşevik” Troçki, sürekli devrimci, Ekim Devriminin “özü, çehresi, ruhu”, “Robespierr”i, “birinci önderi”, “mimarı”, Troçki, “Mont Blanc'ın aydınlatan zirvesi”, Batı burjuvazisinin “Kızıl Napolyon”u, “Avrupa demokrasisinin şövalyesi” Troçki, “Bolşevik-Leninist”, “esin kaynağı” Troçki',
Lenin'in deyimiyle Rus devriminin “hergele”sinden başka bir şey değildi.
14 Şubat 2019 tarihli “Gazete Duvar”da Sadık Güleç, Stephen Kotkin’in Stalin biyografisi adı altında Stalin üzerine sapkın düşüncelerinin çok önemli olduğunu düşünmüş olacak ki, Türkçeye çevrilmiş, ama pek de rağbet görmeyen 1. kitabı tanıtmak amacıyla olsa gerek, emperyalist burjuvazinin kalemşorlarına yardıma ne kadar yatkın olduğunu gösteren bir yazı yayımladı. Sorunumuz ne Sadık Güleç ne de ne olduğu, neye ç,inin hizmet ettiği bilinen S. Kotkin’dir.
Emperyalist burjuvazi, Marksizm-Leninizm, başta da Stalin düşmanları SSCB’ dağılana kadar “arişvler açılsa neler çıkacak ortaya” ile avundular. SSCB dağıldı, arşivler açıldı, ama ortaya bekledikleri Bir şey çıkmadı. Tam da bu nedenle o zamana kadar uydurdukları yalanları yinelemeye devam ettiler.
Sadık Güleç, söz konusu biyografi ilgi çeksin diye bir de “Türkiye’de Stalin hakkında çok fazla biyografinin çevrilmediğini biliyoruz” tespiti yapıyor. S. Kotkin de öyle düşünmüş olacak ki binlerce sayfalık üç kitap halinde Stalin biyografisi hazırlamış. Oysa bunların hiçbirine gerek yoktu. Çünkü tarihe geçmiş insanların biyografisi o tarihtir; koca bir dünya tarihi Stalin’in biyografisidir. O biyografiden öğrenmek isteyen Ekim Devrimini, SSCB’de sosyalizmin inşasını, II. Dünya Savaşını; bir bütün olarak 1917-1953 arası dünya tarihini okuyabilirler. Doğru, tarih, sınıf perspektifine göre yazılır; burjuvazi kendi ideallerine göre tarih yazarken, Marksizm-Leninizme göre tarih tarihsel materyalizme göre yazılır. Bu konuda Sadık Güleç, Stephen Kotkin’e yardımcı olabilecek pek çok insan vardır!
Stalin ile bağlam içinde bir durum gündemleşince troçkistlere gün doğmuş olur. Troçkist “eğilim” (pek de severler bu “tendency”-”eğilim” kavramını kullanmayı!) “Sosyalist Gündem” bir kez daha Stalin nezdinde Marksizm-Leninizme saldırma fırsatı bulmuş olur. 23 Şubat 2019 tarihli, Güneş Gümüş imzalı, “Lenin’in Vasiyeti: Lenin’i Stalin mi Öldürttü?” başlıklı yazıda yeni bir senaryo yazılır. Şöyle deniyor bu senaryoda:
“...Stalinistlerle anti-komünistler...Troçki ile ifade olunan Bolşevik alternatife karşı...son derece tahammülsüzler ve çoğu durumda işin içine yalanlar ve tahrifatlar karıştırılıyor...
Vasiyetin yazıldığı sıralarda Lenin’in çok hasta olması mevzusu Stalincilerin en çok sevdiği bahane. Stalinciler normalde Lenin’in vasiyeti yazdığı sırada hasta olduğu için yazdıklarının geçerli sayılamayacağını savunurlar.
Lenin vasiyetini yazdıktan sonra Stalin’e karşı tutumunu daha da sertleştirir. Vasiyetine yaptığı eklerle tutumunu daha da koyulaştırır. Stalin’in görevden alınması isteğine “yoldaşlarına karşı olan kabalığı” vurgusu eklenmiştir. “Yoldaşlara yapılan kabalıklar”, 1936-40 sürecinde akıl almaz bir yok etme kampanyasına dönüşecek ve tarihin gördüğü en büyük komünist soykırımı yaşanacaktır...
Yaklaşan parti kongresinde Stalin’e karşı büyük bir bomba hazırladığından bahseder. Yaklaşan bu büyük mücadelede Troçki’den destek istemektedir. Kendisinin sağlığının bozulması durumunda Troçki’den destek beklemektedir ve onu Stalin’e asla güvenmemesi ve uzlaşma aramaması konusunda uyarır. Derken Lenin’in sağlık durumunda bariz bir iyileşme gözlenir. Lenin bu düzelmenin ardından bir kez daha kriz geçirir ve bu son kriz ölümcül olmuştur”.
Peki, söz konusu o süreç, Lenin’in hastalığı, “vasiyetname” troçkistlerin söylediklerini doğruluyor mu? Bu konuda bizi aydınlatacak olan ne SBKP (B) Tarihi’dir ne Stalin’dir ve ne de Lenin’dir. Bu konuda bizi aydınlatacak olan Troçki’dir, Lenin’in deyimiyle o “hergele”dir. Onun bu konuda yazdıklarını “DÜŞTÜYSEK KALKARIZ, DAHA ÖLMEDİK YA!”, TROÇKİ, “24 AYAR” ANTİ-KOMÜNİSTİN HİKAYESİ” başlıklı yazı serisinin 17. makalesinde (“Troçki ve Yolun Sonu”) ele almıştım. Makalenin “İhanetin yolu kronolojisi (II)” bölümünü özetleyerek ve biraz da değiştirerek buraya aktarıyorum*.
Peki, Lenin'in “vasiyeti” diye tanımlanan -bu yanlış bir tanımlamadır- Parti Kongresi için dikte ettiği mektupta Stalin ve Troçki için sadece kişisel özelliklerini içeren değerlendirmenin etkisi ne oldu? Troçkistlere göre Stalin bu “vasiyet”i sakladı, sonradan açığa çıkartmak zorunda kaldı. Gerçekten öyle mi oldu?
Hastalık derecesinde iktidar düşkünü Troçki, sonradan, “Hayatım”da o dönemi, “vasiyetname” ile bağlam içindeki gelişmeleri şöyle anlatır:
“O zaman kafasında, sonraları “vasiyet” adı altında ün kazanacak olan o doküman oluştu. O dönemde -ikinci beyin kanaması öncesindeki son haftalarda- benimle faaliyetimin devamı üzerine uzun bir sohbet yaptı. Bu konuşmayı, siyasi anlamından dolayı hemen bir dizi kişiye yineledim (Rakowski, J.N. Smirnow, Sosnowski, Preobraşenski vd.). Sadece bundan dolayı da bu konuşma hafızama kazınmış olarak kaldı”(1).
Troçki, Lenin'i yorumlamaya devam eder:
“Durum şöyleydi. Kültür İşçileri Birliği Merkez Komitesi, Lenin ve bana bir heyet göndererek nasıl bir yıl boyunca Ulaştırma Komiserliğini üzerime almış idiysem, Eğitim Komiserliğini de ek görev olarak benim almamı istemişlerdi. Lenin, bana ne dersin diye sordu. Eğitim konusunda da diğer bütün işlerde olduğu gibi, zorluk devlet mekanizmasından gelecektir diye cevap verdim.”Evet, bürokrasi canavar gibi. İşe döndüğüm zaman gördüklerimden ödüm koptu. Savaş Komiserliğinde zaten dünya kadar işiniz var. Bence öbür komiserliklerin de işini üstlenmeniz uygun olmaz” dedi. Ve planını anlatmaya koyuldu, hararetle, ısrarla, coşkuyla konuşuyordu. Yönetimi güçlendirmek için elinde fazla bir şey yoktu. Yerine geçebilecek üç kişi vardı. “Onları tanıyorsunuz. Kamenev, şüphesiz ki, zeki bir politikacıdır. Ama nasıl bir yöneticidir? Syurpa hasta. Rikov, belki yönetici yeteneklerine sahiptir, ama o Yüksek Halk Ekonomisi Konseyine geri dönmek zorunda. Benim yardımcım olmanız gerekir. Durum, radikal bir personel gruplaştırmasını gerekli kılmaktadır”. “Mekanizma”nın, Savaş Komiserliğinde de işimi gittikçe daha çok zorlaştırdığını bir daha anlattım. Daha önce kullandığım bir söze atıfta bulunarak “o halde mekanizmayı sarsabilirsiniz” dedi neşelice. Sadece devletteki bürokratizmi değil, partideki bürokratizmi de kastettiğimi söyledim. Zorlukların kökü iki mekanizmanın birleşmesinden ve parti sekreterinin çevresinde yoğunlaşan nüfuzlu grupların karşılıklı suç ortaklığından oluşmaktadır dedim. Lenin dikkatle dinliyordu ve konuşmanın resmi havasını kenara atarak, en önemli ve canını en çok sıkan konulara geçerek, sesinin söylediklerini karşısındakinin iyice anlamış olduğuna inandığı zamanlarda aldığı tonla, düşündüklerimi doğru bulduğunu söylüyordu. Bir an düşündükten sonra Lenin soruyu açıkça sordu: “Yani siz sadece devlet bürokratizmine karşı değil, merkez komitesi örgütlenme bürosuna karşı da mücadele edilmesini öneriyorsunuz, öyle mi?” Şaşkınlıktan gülmeye başladım. Örgütlenme bürosu Stalin-mekanizmasının merkezini oluşturuyordu. “Olabilir” dedi. Soruya açıklık getirilmesinden hoşlanan Lenin “Tamam, ben de size genel olarak bürokratizme ve özel olarak da örgütlenme bürosuna karşı bir blok öneriyorum” diye devam etti. “İyi bir insanla iyi bir blok kurmak oldukça şereflidir” dedim. Belli bir zaman sonra yeniden buluşma kararı aldık. Lenin, sorunun örgütlenme yanına kafa yormamı önermişti. Bürokratizme karşı mücadele etmek için merkez komiteye bağlı bir komisyonun kurulmasını tasarlıyordu. Her ikimiz de bu komisyona katılmalıydık görüşündeydi. Bu komisyon, bürokrasinin bel kemiği olarak Stalin fraksiyonunun kökünü kazımak ve Lenin'den sonra yerine benim geçmemi sağlayacak koşulları oluşturmak için bir kaldıraç olacaktı; yani Lenin, Halk Komiserliği Başkanlığı için beni düşünüyordu.
Bu bağlamda vasiyetin anlamı tam anlaşılmış olur. Bu belgede Lenin, toplam olarak altı kişinin adını anar ve her birinin ne olduğunu her kelimeyi tartarak açıklar. Vasiyetin tartışılmaz amacı, bana yönetim işlerinde kolaylık sağlamaktı. Lenin bu amaca elbette ki kişisel sürtüşmelere pek fazla yol açmadan ulaşmak istemişti. Her şeyden büyük bir dikkatle söz etmekteydi. Gerçekte ağır olan yargılarına yumuşak bir görünüm veriyordu. Aynı zamanda ilk sırayı gösterirken de ihtiyatlı davranmıştır. Sadece Stalin hakkındaki düşüncelerini söylerken bu tonu bırakmış, vasiyete daha sonra eklediği düpedüz ezici bir tona geçmiştir“(2).
Troçki'nin anlatımına göre bu altı kişi hakkında Lenin'in görüşleri:
“Zinovyev ve Kamenev'e gelince. Lenin, bunların 1917'de teslim oluşlarının “tesadüfi” olmadığını diğer şeylerin yanı sıra söyledi. Başka bir ifadeyle, bu onların kanında vardır. Bu türden insanların bir devrimi yönetemeyecekleri belli bir şeydir. Ama kendilerine geçmişlerinden dolayı sitem edilemez. Buharin Marksist değildir, bir skolastiktir, ama sempatiktir. Pyatakov, iyi bir yöneticidir, ama politikacı olarak işe yaramaz. Belki bu ikili, yani Buharin ve Pyatakov öğrenebilirler. En yetenekli olan, Troçki'dir. Hatası, kendine fazla güvenmesidir. Stalin kabadır, sadık değildir, parti mekanizmasının kendine verdiği iktidarı kötüye kullanma eğilimi vardır. Bölünmeyi engellemek için Stalin görevden alınmalıdır. Vesayetin anlamı işte budur. Son görüşmemizde bana yaptığı öneriye ekleme yaptı ve açıklama getirdi” (3).
Troçki senaryosunu yazmaya devam ediyor:
“Lenin, Stalin'i ancak Ekim'den sonra yakından tanıdı. Sertliğini ve dörtte üçü kurnazlık olan pratik zekasını taktir ederdi. Lenin aynı zamanda, her adımda Stalin'in ne kadar cahil olduğuyla, siyasi ufkunun ne denli dar olduğuyla ve olağanüstü ahlaki kabalığıyla ve vicdansızlığıyla karşı karşıya kalmıştı. Stalin, parti genel sekreterliğine Lenin'in isteğine rağmen getirilmişti ve Lenin bunu ancak kendisinin partinin başında bulunduğu sürece razı olabilirdi. Birinci beyin kanamasından sonra yorgun argın iş başına döndüğü zaman yönetim sorununu bütün yönleriyle ele aldı. Benimle konuşması bu nedenleydi. Vasiyetin nedeni de buydu. Vasiyetin son satırları dört ocakta yazılmıştır. Sonrasında, iki ay geçtikten sonra durum tamamen aydınlanmıştır. Lenin, Stalin'i sadece genel sekreterlikten ayırmak için değil, onu parti içinde itibardan düşürmek için de hazırlanıyordu. Dış ticaret tekeli konusunu, ulusal sorunu, parti iç yönetimini, işçi ve köylü denetlemesini ve kontrol komisyonu işini ele alan Lenin, parti XII. Kongresinde Stalin'in şahsında bürokratizme, kayırmacı ekonomiye, memur hakimiyetine, keyfiyete ve kabalığa karşı sistemli bir şekilde ezici vuruşa yönelmiştir”(4).
  Troçki senaryosunda kendini “eşitler arasında birinci” yapıyor:
“Lenin, parti yönetiminde tasarladığı gruplaşmayı gerçekleştirebilecek durumda mıydı? O zaman için şüphesiz ki gerçekleştirirdi. Emsallerine (geçmişte) hiç de az rastlanmamıştı; bunlardan birisi oldukça yenidir ve çok şey ifade eden bir olay. İyileşmekte olan Lenin hala köyde yaşarken ben Moskova'da değildim.(Bu arada) merkez komite kasım 1922'de oy birliğiyle dış ticaret tekeline giderilmesi imkansız zararlar veren bir karar almıştı. Lenin ve ben, başlangıçta birbirimizden habersiz telaşlandık; karşılıklı mektuplar yazarak aramızda anlaştık. Birkaç hafta sonra merkez komite yine oy birliği ile ilk kararını kaldırdı. 21 Aralıkta Lenin, muzafferane biçimde bana şunları yazıyordu: “Yoldaş Troçki, tek kurşun atmadan basit bir manevra ile başarıya ulaştık. Durmamayı, saldırıya devam etmeyi öneriyorum”. Merkez komiteye karşı ortak hareketimiz 1923 başında kesinkes başarılı olurdu. Hatta daha da fazlası elde edilirdi. Eğer XII. Kongre arifesinde Stalinci bürokratizme karşı “Lenin-Troçki Bloku” ruhuyla hareket etseydim, mücadeleye Lenin'in doğrudan katılımı olmaksızın zafer kazanacağımdan hiç şüphe etmiyorum. Bu zaferin ne kadar sürebileceği ayrı bir sorun. Buna cevap vermek için ülkede, işçi sınıfında ve bizzat partide bir dizi nesnel süreçleri dikkate almak gerekir. N. K. Krupskaya 1927 yılında bir defa, Lenin hala yaşıyor olsaydı çoktan bir Stalin hapishanesinde olurdu demişti. Haklı olduğuna inanıyorum. Çünkü burada söz konusu olan Stalin'in bizzat kendisi değil, anlamasalar da onun şahsında dile gelen güçlerdir. 1922/1923 yıllarında ana stratejik noktayı ele geçirmek; bunun için açık bir saldırıya geçmek yeterdi, ulusal-sosyalist memurların hızla oluşan hizbine karşı, mekanizmayı gasp edenlere karşı, Ekim mirasına hırsızlama el atanlara ve Bolşevizmin epigonlarına karşı. Ama bu yolun üzerinde en büyük engel Lenin'in sağlık durumuydu. İlk beyin kanamasında olduğu gibi gene ayağa kalkacağı ve nasıl ki XI. Kongreye katıldıysa XII. Kongreye de öyle katılacağı umuluyordu. Kendisi de böyle olacağından hareket ediyordu. Giderek daha az umutsuz da olsa doktorlar da cesaret veriyorlardı. Mekanizmaya ve bürokrasiye karşı “Lenin-Troçki Bloku” düşüncesini Lenin ve benden başka bilen yoktu. Siyasi büronun diğer üyeleri sadece bir şeyler sezinliyorlardı. Lenin'in ulusal sorun ve vasiyet üzerine mektuplarından kimsenin haberi yoktu. Uğraşım, Lenin'in partideki ve devletteki yerini almak için mücadele olarak algılanabilirdi, daha doğrusu öyle gösterilebilirdi. Bu aklıma geldiği zaman tüylerim ürperiyordu. Bunun saflarımızda cesaret kırılmasına yol açabileceğini ve zafere ulaşsam bile çok acı çekilebileceğini düşünüyordum. Bütün planlarda ve hesaplamalarda belirsizliğin belirleyici bir unsuru vardı; Lenin'in bizzat kendisi ve sağlık durumu. Konuşabilecek miydi, düşüncelerini dile getirebilecek miydi? Bunun için zamanı olacak mıydı? Parti, burada Lenin ve Troçki'nin devrimin geleceği için mücadele ettiklerini ve Troçki'nin hasta Lenin'in yerini almak için mücadele etmediğini anlayacak mıydı? Lenin'in parti içindeki yerinin özelliğinden dolayı kişisel durumu üzerine belirsizlik, bütün partinin durumu üzerine belirsizliğe dönüşüyordu. Geçicilik durumu devam ediyordu. Stalin bu arada tabii ki, genel sekreter olarak bütün bu dönem için mekanizmanın yönlendiricisi oldu; gecikme epigonların yararına oluyordu”(5).
Troçki böyle yazıyor. Yazması gereken zamanda değil, her zaman yaptığı gibi yıllar sonra, 1929'da yazıyor. Tek tanık yok; sadece kendisi ve Lenin biliyor. Şimdi bu senaryo ile gerçekleri karşılaştıralım:
Sene 1922, XI. Parti Kongresi: Lenin, söz konusu mektubundan 8 ay öncesinde Stalin'i MK Genel Sekterei seçilmesi içim öneriyor.
Sene 1923, XII. Kongre. Lenin sağ ve Stalin'in MK Genel Sekreteri olarak görevine devam etmesi XII. Kongre tarafından onanıyor.
Lenin'in mektubunda bazı MK üyelerinin kişisel özelliklerini içeren bölüm, ölümünden sonra MK'ya verilmesini bizzat önerdiği ve Krupskaya da onun önerisine göre hareket ettiği için henüz bilinmiyor.
Sene 1924'te, XIII. Kongre. Mektubun söz konusu kısmı da Kongre tarafından artık biliniyor. Ama Stalin yeniden MK Genel Sekreteri olarak seçiliyor.
Stalin, Lenin'in bazı MK üyelerinin “kişisel karakteri” üzerine değerlendirmesine kayıtsız kalmıyor ve iki kere görevden alınmasını öneriyor. MK Plenumu'da Stalin'in görevden alınma önerisi oybirliği ile reddediliyor.
Yani Stalin görevde kalsın diyenlerden birisi de Troçki'dir.
Bu durumu Stalin şöyle anlatır:
“Şimdi Lenin'in “vasiyeti”ne gelelim. Muhalifler burada, sizin de duyduğunuz gibi, büyük bir yaygara kopardılar ve Parti Merkez Komitesinin Lenin'in “vasiyeti“ni “gizlemiş” olduğunu iddia ettiler. Biliyorsunuz, bu sorunu MK ve MKK Plenumu'nda birkaç kez tartıştık. Hiç kimsenin bir şey gizlemediği, Lenin'in “vasiyeti”nin XIII. Parti Kongresini muhatap aldığı, bu “vasiyet”in kongrede okunduğu ve kongrenin oy birliği ile başka nedenlerin yanı sıra, Lenin'in kendisi de bunun yayınlanmasını istemediği ve yayınlanması talebinde bulunmadığı için, bunun yayınlanmamasına karar verdiği defalarca tanıtlanmıştır. Hepimiz gibi muhalefet de bütün bunları pekala biliyor. Yine de muhalefet, MK'nın “vasiyet”i “gizlediğini” ilan etme cüretini gösteriyor...
Daha sonra partiden atılmış eski bir Amerikan komünisti, Eastman diye biri var. Moskova'da belli bir süre Troçkistlerle düşüp kalkan ve Lenin'in “vasiyeti” hakkında çeşitli söylentiler ve iftiralar toplayan bu zat yurt dışına çıktıktan sonra, içinde partiyi, Merkez Komitesini ve Sovyet rejimini karalamak için elinden geleni yaptığı ve tüm kurgusu Partimiz Merkez Komitesinin Lenin'in “vasiyeti”ni güya “gizlediği” üzerine inşa edilmiş olan, “Lenin'in Ölümünden Sonra” başlıklı bir kitap yayımladı. Bu Eastman belli bir süre Troçki ile temas halinde bulunmuş olduğundan, biz Politbüro üyeleri, Troçki'ye sarılarak ve muhalefete atıfta bulunarak Partimize karşı “vasiyet” konusunda atılan iftira için Troçki'yi sorumlu duruma sokan Eastman'dan kendisini ayırması için Troçki'ye çağrıda bulunduk. Sorun çok açık olduğundan Troçki, kendisini gerçekten Eastman'dan ayırdı ve basına bu doğrultuda bir açıklama yaptı...
O halde Troçki, Zinovyev ve Kamenev şimdi neye dayanarak Partinin ve Merkez Komitesinin Lenin'in “vasiyeti”ni sakladığına dair masal okuyorlar? Masal okumaya “izin” var, ama herşeyin bir sınırı olmalı.
Lenin yoldaşın bu “vasiyet”te, Kongreye, Stalin'in “kabalığı”nı göz önünde bulundurarak, Genel Sekreter olarak Stalin'in yerine başka bir yoldaşı koymayı düşünmesi gerektiğini önerdiği söyleniyor. Bu tamamen doğrudur. Evet yoldaşlar, ben, Partiyi kabaca ve haince harap eden ve bölenlere karşı kabayım. Bunu gizlemedim ve gizlemiyorum. Bölücülere karşı biraz yumuşaklık gerekli olabilir. Ama ben bunu beceremiyorum. XIII. Parti Kongresinden sonraki hemen ilk MK Plenum toplantısında MK Plenumu'na, beni Genel Sekreterlik görevinden almasını rica ettim. Bizzat Parti Kongresi bu sorunu ele aldı. Her delegasyon bu sorunu tartıştı, Kamenev ve Zinovyev de dahil tüm delegasyonlar oy birliği ile Stalin'i görevde kalmakla (abç-Okçuoğlu) yükümlendirdiler.
Ne yapabilirdim? Görevimden kaçmak mı? Bu benim yapıma uymaz. Hiçbir zaman hiçbir görevden kaçmadım ve bunu yapmaya hakkım yok, çünkü bu bir firar olur. Daha önce de söylediğim gibi, ben kararlarımda özgür değilim ve Parti beni bir şey ile yükümlendirdiğinde, bana boyun eğmek düşer.
Bir sene sonra yeniden, Plenuma, beni görevimden alması için başvuruda bulundum, ama yine görevimde kalmakla yükümlendirildim.(abç-Okçuoğlu)
Daha başka ne yapabilirdim?”(6)
Şimdi bir de Lenin'in XI. Parti Kongresi'nde Stalin'i değerlendirmesine (28 Mart 1922) bakalım: Bu konuda şunları söyler:
“Bir ulusun herhangi bir temsilcisinin gidebileceği ve kalbini açabileceği bir insana ihtiyacımız var. Böyle bir insan nerede bulunabilir? İnanıyorum ki, Preobraşenski de yoldaş Stalin'den başka bir aday tanımlayamaz...Mükemmel bir şey. Kontrolü doğru yönetmek için başta otoriteye sahip birisinin durması gerekir, aksi taktirde basit entrikalar içinde çakılıp kalırız ve batarız”(abç-Okçuoğlu) (7).
Troçki’nin “vasiyetname” senaryosu ve gerçekler böyle. Ama bu senaryodan ders çıkartmak gerekir.
Hitler'in iktidara gelmesiyle birlikte Almanya uluslararası karşı devrimin merkezi olmuştu; Ekim Devriminden sonra bütün uluslararası karşı devrimci çabalar, örgütlenmeler Alman faşistleri tarafından Alman sermayesinin çıkarlarına hizmet edecek biçimde konuşlandırılıyordu; bütün casusluk ve terör örgütleri Nazilerin beşinci koluna dönüştürülüyorlar, SSCB'nde Alman ordusunun gizli öncüsünü oluşturuyorlardı. Nazilerin beşinci kolunun en güçlü bölümü SSCB'nde faaliyet göstermekteydi. Bu bölümün yöneticisi de Troçki'den başkası değildi.
Troçki ve yandaşları Alman faşistleri için hazır güç durumundaydılar. Her ikisinin ortak noktası Sovyet düşmanlığıydı...
1941'de SSCB'de beşinci kolun temsilcisi kalmamıştı; ülke hainlerden temizlenmişti. Troçki'nin “Bolşevik-Leninistleri” de ortalıkta görünmüyorlardı; en azından Troçki'nin söz verdiği gibi Kızıl Ordu'yla omuz omuza SSCB'yi savunmuyorlardı veya Kızıl Ordu mensuplarıyla “Stalin bürokrasisi”ni yıkmak için yakın ilişki kuracak “Bolşevik-Leninistler” yoktu.
Troçkizm, sosyalizmin anavatanı SSCB'de ve uluslararası arenada sefil ve acınacak durumdaydı...
Troçki kendi seçimi olan yolunun sonuna gelmişti: 1930'lu yılların ikinci yarısına gelindiğinde Troçkizm “işçi sınıfı içinde siyasi bir akım” olmaktan çıkarak “yabancı devletlerin casusluk organlarının hizmetinde çalışan zararlı unsurlar, bölücüler, casus ve katillerden oluşan ilkeden ve düşünceden yoksun, işçi sınıfının yeminli düşmanı olan bir çete”ye (Stalin) dönüşmüştü.
Bir anti-komünistin, bir narsistin ruh hali:
Friedrich Wilhelm Nietzsche ile Lew Dawidowitsch Bronstein (Troçki) arasında ilginç bir benzerliğin olduğunu sanıyorum. 19. yüzyılın son çeyreğinde burjuvazi, yükselen Marksizme karşı mücadele için Nietzsche'yi öne sürmüştü. Faşizmin bu “babası” ideolojik alanda Marksizme karşı “meydan muharebesi” verecekti. Verdi de. Ama sonuç yenilgiden başka bir şey olmadı. Nietzsche, işçi sınıfından, emekçilerden, velhasıl “alt insan”dan, kendi deyimiyle “baldırı çıplak”lardan nefret eden ve “üst insan”ı savunan birisiydi. Faşizm, özellikle de Alman faşizmi onun düşüncelerini uygulamıştır.
Şüphesiz ki, Troçki söz konusu olduğunda dünya burjuvazisi sosyalizme, komünizme karşı mücadele için onu öne sürdü diyemeyiz. Ama Troçki, politik fizyonomisi, narsizmi bakımından kendi kendini bu göreve getirmiştir: Marksizme karşı mücadelede Bakunin, Bernstein ve Kautsky, Marksizm-Leninizme karşı mücadelede Troçki'nin yanında, amiyane deyişle “solda sıfır” kalırlar. Kişisel düşmanlık nasıl olur da ideolojik düşmanlığa dönüşebilir diye kendime çok sordum. Sibirya'da, o zaman için insanların en son yaşam alanına sürülen Stalin ve Swerdlov aynı kulübede yaşadılar; kişisel bir ilişki kuramadılar, ama aynı yerde yaşadılar. Sonrasında Ekim Devriminin o çetin günlerinde, devrimi yöneten askeri komitede beraber çalıştılar, ama resmiyetin ötesinde hiçbir insani ilişkileri olmadı. Ama iki yoldaş olarak, aynı davaya hizmet etmekte hiçbir sıkıntıları olmadı. Aynısını Troçki için söylemek mümkün değil. Kendine kölece bağımlı olanların, hükmettiği insanların dışında hiç kimseyle ortak hareket edemiyor. Ekim Devrimi öncesinde Lenin hakkında söylediklerinden bahsettik. Bolşevik Partiye katılmasından sonra da “burnunun sürtüleceğini bildiği için Lenin hakkında pek fazla “ileri geri” bir şeyler söyleme cesaretini gösterememiştir. Ama kendi geleceği için Lenin'den sonra en büyük tehlikenin Stalin olduğunu görmüştür. Troçki'nin Stalin'e özel düşmanlığının insan olarak Stalin'den kaynaklanmadığı oldukça açıktır; Stalin yerine başka birisi olsaydı, Troçki ona düşman olacaktı. Troçki, geleceği için önünde en büyük engel kimi görüyorsa ona düşmandı. Şimdi bu düşmanlığın evrelerini göstermek istiyorum.
Marksizm-Leninizme karşı mücadelesinde burjuvazi işine yarayan her aracı kullanır, her fırsatı değerlendirir. Kendine entegre etmek de onun mücadelesinin bir parçasıdır. Marksizmi eleştirir, ama aynı zamanda Marks'ı 19. Yüzyılın sevimli sakallı filozofu olarak gösterip onun devrimci içeriğini boşa çıkartmaya çalışır. Engels'i atlar, ama Bernstein'ı sever. Lenin'e ve Leninizme veya Bolşevizme karşı mücadelede rahatlıkla Marksist olur. Burjuvazinin aklı fikri, Marksizm-Leninizme nasıl ölümcül darbe indirebilirimdedir. Bunu yapabilmek için Marksizmi düşüncede var olan, teorik olarak doğru olabilir çerçevesinde ele alır. Böylece Marksizmi ile Leninizm arasında bir ayırım yapar ve yenilgisinin somut ifadesi olan Bolşevizme, Marksizm-Leninizme, uygulayıcılarına ve eserlerine saldırır. Somutta da Bolşevizme, SSCB'de sosyalizmin inşasına ve Stalin'e saldırır. Öyle ki, Stalin ve SSCB'nde sosyalizmin inşasına saldırmak için gerekirse Lenin'i bile savunur. Aynen Stalin'i karalamak için Troçki'de “şövalyelik” keşfetmesi gibi.
Karalamak, yalan, çarpıtmak, yanlış bilgilendirmek burjuvazinin ve de Post-Marksizmin temel yöntemleridir. Bolşevizm, SSCB'de sosyalizmin inşası ve Stalin üzerine burjuvazinin neredeyse bir asır boyunca yazıp çizdiği yalandan, karalamaktan, çarpıtmaktan ibarettir. Bunun için yeni kavramlar da üretirler. Örneğin bu kavramlardan birisi de “Stalinizm”dir. “Stalinizm” kavramıyla Stalin'in devrimci faaliyeti, eserleri, SSCB'de sosyalizmin inşası Marksizmden kopartılmış olur. Öyle ki, burjuvazi “Stalinizm” kavramıyla Stalin'i Marksizm düşmanı olarak gösterir. Bunun böyle olmasında; burjuvazinin Stalin'i Marksizm düşmanı olarak göstermesinde Troçki'nin payı küçümsenmemelidir.
“Stalinizm” kavramını kışkırtıcı anlamda, kriminel anlamda kullananların ve bu kavramı dünya burjuvazisine Marksizm-Leninizme karşı mücadelesinde önemli bir silah olarak sunanların başında Troçki gelmektedir. Sosyalizme, SSCB'ye, Bolşevik Parti'ye, Marksizm-Leninizme karşı mücadelede sınıf düşmanlarına “malzeme” sunan, sürekli yenilerini üreten Troçki'den başkası değildi. Sosyal demokratından faşistine varana kadar emperyalist burjuvazi, küçük burjuva devrimcileri ve SSCB içinde karşı devrimci güçler Troçki'nin bu hizmetinden doya doya yararlanmışlardır. Stalin'i cani olarak tanımlayanların başında Troçki gelir; dünya burjuvazisinin Troçki'nin kaleminden çıkmayan tek bir suçlamasını bulamazsınız.
Bu kişisel kinin bir nedeni olmalıdır. Bir değil, aynı karakterli, daha doğrusu Troçki'nin karakterini sergileyen birçok neden vardır:
Ekim Devrimini yöneten beş kişilik askeri komiteye (Sverdlov, Stalin, Jerinski, Bubnov, Uritski) seçilememeyi, Stalin'in seçilmesini Troçki hiçbir zaman hazmedememiştir.
İç savaş döneminde Troçki, Kızıl Ordu komutanıyken işlediği hataların düzeltilmesi için birçok kez Stalin'in Lenin tarafından denetleyici olarak görevlendirilmesini Troçki hiçbir zaman hazmedememişti.
1922'de XI. Parti Kongresi'nde kendinin değil de Stalin'in Merkez Komite Genel Sekreteri seçilmesini hiçbir zaman hazmedememişti.
Troçki'nin Stalin'e karşı düşmanlığı tam da bu dönemde başlar. Onun kin ve kışkırtma dolu yazıları, küçük düşürmeye hizmet eden “eser”leri dün olduğu gibi bugün de sınıf düşmanlarının, antikomünistlerin en önemli, paha biçilmez kaynağını oluşturmaktadır.
Sağdan ve “sol”dan “Stalinizm” ve Stalin üzerinden Marksizm-Leninizme yönelik saldırılar arasında hiçbir fark yoktur; faşistlerin “Stalin'in cinayetleri”nden bahsetmesiyle sosyal demokratların, hatta kendine komünist diyenlerin “Stalin'in cinayetleri”nden bahsetmesi arasında ne fark vardır? Yoksa aradaki fark, 'faşistlerin yaptığı saldırdır', 'diğerlerinin yaptığı da eleştiridir'den mi ibaret? Yoksa sağdan antikomünizmin, “sol”dan anti-komünizmden bir farkı mı var?
Tarihte ilerici kişilerin ve toplumsal hareketlerin lanetlenmesinin çok örneği vardır. Ama bunların hiçbirisi Stalin ve eserlerinin lanetlenmesi, karalanması ile karşılaştırılamaz. Stalin ve komünistlerin, Bolşeviklerin lanetlenmesinin eşi emsali daha görülmemiştir. Ne de olsa burada söz konusu olan, sadece kişi olarak Stalin değildir; söz konusu olan kişi olarak Stalin bağlamında yeni bir toplumsal formasyonun, kurulan sosyalist üretim biçiminin; kurulan proletarya diktatörlüğünün, inşa edilen sosyalizmin ve bu anlamda da Marksizm-Leninizmin mahkum edilmesidir. Bu kampanyanın başını çeken, örgütleyen, yaygınlaştıran ve sürekli yeni savlarla besleyen Troçki'den başkası olmamıştır. Bu anlamda Troçki, aslından “sol”dan antikomünizmin baş mimarıdır.
Ekim Devrimi, Rusya'da yüzünü sosyalizme çevirmiş, dürüst, değişimden yana olan insanları kendi etki alanına çekmiştir. Diğer taraftan birçok “yol arkadaşı” da devrime katılmıştı. Menşevikler, anarşistler, sosyal devrimciler bu türden olanlardı. Troçki gibi birisi de treni kaçırmamak için devrime katılanlardandı; yıllarca Lenin'e ve oluşmakta olan Bolşevizme/Leninizme karşı ilkesizlik abidesi olan cephesinden mücadele eden Troçki de Ekim Devriminde yerini almıştı. Devrime katılmak başkadır, devrimi yönetmek başkadır; denetleme, kararların uygulanmasında kararlılık, gereğinde sertlik olmaksızın devrimin başarıyla sürdürülmesi mümkün değildir. Bolşevik Parti bunun bilincinde hareket etmiştir. Bu nedenledir ki Lenin, en karmaşık, içinden çıkılamayacak derecede zor sorunlar ve görevler olduğunda hep Stalin'i görevlendirmiştir. Bu durum Troçki'in de gözünden kaçmamıştır. İç savaşın hangi cephesinde tehlike baş gösterdiyse, görevlendiren Lenin, görev verilen de hep Stalin olmuştur. 1918-1920 arasında MK'nın cepheden cepheye gönderdiği tek üyesi Stalin'dir; Zarizin cephesini, Polonya cephesini, Petrograd cephesini, Batı cephesini, Güney cephesini, Perm cephesini sürekli dolaşan ve ortaya çıkan sorunları çözen Stalin'den başkası değildi.
Stalin, Troçki'nin deyimiyle “epigon” (“taklitçi”) olduğu için değil, bizzat Lenin'in önerisiyle en önemli görevlere getirilmiştir:
1-MK ve politbüro üyesi.
2-Ekim Ayaklanmasını yöneten askeri komite üyesi.
3-MK Örgüt Bürosu başkanı (Politbürodan sonra partinin en önemli kolektifi).
4-Milliyetler Sorunu Halk Komiseri.
5-İşçi-Köylü Denetimi Başkanı.
Lenin'in önerisiyle MK Genel Sekreterliğine seçilen de Stalin'dir.
Peki bu görevleri Stalin'e kim veriyordu ve Troçki'ye neden bu görevler verilmiyordu? Bu görevleri Stalin'e veren MK'dır ve çoğu kez de Lenin'in önerisi üzerine vermiştir.
MK ve Lenin'in bu tercihinin, Stalin tercihinin mutlaka bir nedeni olmalıdır. Bunun bir nedeninin olması gerektiğini Troçki bilmiyor muydu? Mutlaka biliyordu. Troçki, partili olduğu dönemde dahi parti içinde bir virüs olduğunu, öyle algılandığını bilmiyor olamazdı. Bu dönemde neyi doğru yaptı ki, parti ona daha zor, daha kapsamlı görevler versin?
Troçki bu koşullarda baş düşmanını yarattı. Lenin'e dokunamazdı, ama Stalin'e dokunabileceğini sandı.
Stalin'in karakteristik özellikleri, yetenekleri nedir diye sorsanız, onun “biyografisi”ni yazanlardan çok farklı cevaplar alırsınız. Birkaç seçme: “kuş beyinli”, “aptal”, “yeteneksiz”, “vasat”, “çok zeki”, “kurnaz”, “içten pazarlıklı”, “hilekar”, “kana susamış”, “gaddar”, “kötü niyetli salak”, “akıl hastası”, “siyasi iktidar düşkünü”, “kıskanç”, “çıkarcı”, “kindar”, “zorba”, “taklitçi”, “sevimli dede”.
Bu tanımlamalarda Troçki'nin payını yadsınamaz.
Stalin ne yaparsa yapsın, hep, zorba, çıkarcı amacını gerçekleştirmek için yapmış oluyor. Doğru yaparsa ikiyüzlülük oluyor; sinsice hazırlanmış bir tuzak oluyor. Hata yaparsa, zaten vasattır, canidir oluyor. Troçki'nin yazılarını okumuşsanız bu türden “değerlendirmeler” gözünüzden kaçmamıştır.
İhtiyatlı tarzı, başkasını dinleme ve anlama saygısı ve yeteneği bir taktiktir; üst düzey devlet ve parti görevlilerinin Sovyet yasallığını çiğnemeleri karşısındaki kararlı tutumu, boyun eğmezliği, tabii ki, iktidar hırsını gizlemek, rakiplerini elemek için bir taktiktir. Bu türden “değerlendirmeleri” de Troçki'nin “Stalin Biyografisi”nde bulabilirsiniz.
Sağdan ve “sol”dan Marksizm-Leninizm düşmanları, sosyalizme, sosyalizmi inşa eden SSCB'ye, Bolşevik Parti'ye saldırmak, antikomünist propaganda için Stalin ve eserlerini, devrimci kişiliğini dünya kamuoyu önünde, dünya işçi sınıfı nezdinde prestijini karalamak için her aracı kullanmışlardır. Bu konuda özel gayretkeşlik içinde olanlar döneklerdir. Bunların başında da Troçki gelir. Troçki ve benzerleri kaba yalan söylemekten de çekinmemişlerdir. Örneğin Lenin ile Stalin arasındaki ilişkiyi ele alışlarında bunu çok açık bir biçimde görüyoruz. Bu türden saldırıların başını çeken de Troçki'den başkası değildir.
Troçki'nin Lenin ile ilişkisini olduğundan farklı göstermek için neler uydurduğunu kendi anlatımıyla bu yazı dizisinin birçok yerinde aktarmıştık. Troçki'nin sorunu Lenin'den sonra ikinci adam kimdir idi. Bolşeviklerin derdi sosyalizmi inşa etmek iken Troçki'nin derdi de ikinci adamın kim olacağıydı. Bu kaygılarından dolayı Troçki, Lenin'in Stalin'i değil, kendisini yardımcısı olarak gördüğü yalanını ortaya atmıştır. Yalan diyorum, çünkü bu yönde ortada hiçbir nesnellik yok. Troçki, kendine göre olması gerekeni, olmuş gibi göstermiştir. Troçki bu iddiasını neye dayandırıyor diye kendime sorarken aklıma şu geldi: Lenin'in yazılarında Troçki'nin adı, Stalin'inkine nazaran oldukça sık geçtiğinden dolayı Troçki böyle bir umuda kapılmış olabilir diye düşünmeye başladım. Gerçekten de Lenin'in yazılarında Troçki'nin adı oldukça sık, Stalin'in adı da oldukça seyrek geçer. Lenin, Troçki'yi sürekli eleştirmek zorunda kaldığı için onun adını sıkça ve olumsuz anlamda anmıştır. Ama Stalin için bu söylenemez; birkaç istisna dışında Lenin, Stalin'in adını sürekli olumlu anlamda anmıştır.
Troçki, kendini ikinci adam olarak görüyor, ama Lenin Parti Kongresi için yazdırdığı mektupta (“Vasiyet”inde) Troçki'nin hiçbir zaman Bolşevik olmadığından bahsediyor. Lenin'in hiçbir zaman Bolşevik olmadı dediği birisini, yani Troçki'yi ikinci adam, yardımcısı olarak görebilmesi ve seçilmesi için kongreye önerebilmesi için Lenin olmaktan çıkmış olması gerekirdi. Troçki, kendi uydurmasına inanacak kadar iktidar düşkünüydü. “Hayatım”da “taklitçiler”in hilelerinden bahseden Troçki, “Lenin-Troçki ittifakı”ndan bahseden Troçki, Nisan 1922'de Lenin'in neden Troçki'yi değil de Stalin'i MK Genel Sekreterliğine önerdiğine değinmez. Gerçekten de Troçkistler Troçki'nin bu uydurmasını Stalin'e karşı mücadelelerinde hala kullanıyorlar. O zaman safça soralım: Neden Lenin Troçki'yi değil de Stalin'i önerdi? Bunun bir nedeni olmalıdır. Bence bunun nedeni Stalin'in başından beri Lenin ile düşünce ortaklığı ve pratik mücadelesidir. Aynı şey Troçki için asla söylenemez: Troçki ideolojik olarak Bolşevizm dışında her düşünceyle bütünleşebilmiştir. Stalin önce sadece Marksistti; sonra da sadece Marksist-Leninistti. Ama Troçki merkezciydi, Menşevikti, biraz sosyal devrimciydi, yani sürekli savrulan birisiydi, ama ne Marksistti ne de Marksist-Leninistti (Hakkını yemeyelim en sonunda “Bolşevik-Leninist” oldu!). Aradaki fark bu...
Oportünistler ve revizyonistler sınıf mücadelesinin kapitalizmde işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki mücadeleyle sınırlı olduğunu düşünebilirler. Ama sınıf mücadelesi bunun ötesinde bir mücadeledir. Tek ülkede sosyalizm inşa edilebilir, ama bütün dünyada kapitalizm yıkılmadığı müddetçe sınıf mücadelesinin de dönem dönem sertleşerek, keskinleşerek devam edeceğinin maddi koşulları var demektir. Bu mücadele kendini nerede gösterir? Devrim yapan ülkede, devrime önderlik eden komünist partisinde bu mücadele keskinleşmiş olarak gündeme gelebilir. Komünist partisinde revizyonizm ve oportünizm burjuva ideolojinin komünist partisi içinde yansıma biçimidir; ister farkında olsunlar isterse de olmasınlar revizyonistler ve oportünistler düşünceleriyle proletaryaya karşı sınıf mücadelesi vermiş olurlar. Bu mücadele dönem dönem sertleşebilir. SBKP(B)'nin Troçkizme karşı mücadelesi, dönem dönem sertleşen sınıf mücadelesinden başka bir şey değildir. Bu mücadele partinin bölünmesine, parti içinde farklı örgütsel oluşumlara neden olabilir. Bunu deneyen de Lenin'in “kanka”sı olamayacağını anlayan Troçki'den başkası değildir.
Tehlikeyi gören Lenin, X. Parti Kongresi'ne parti içinde her türden platformların, gruplaşmanın, hizip oluşturmanın yasaklanmasını, mevcut olanların da dağıtılmasını, buna uymayanların partiden atılmasını önermiştir. Bu, doğrudan Troçki'ye karşı atılan bir adımdı.
Bir sene sonra 1922'de XI. Parti Kongresi'nde Stalin, MK Genel sekreterliğine seçilir. Acaba neden Troçki seçilmez de Stalin seçilir? Stalin, “yeteneksiz” olabilir, ama en azından parti içinde hizip oluşturmamıştır. Partinin bütünlüğü için mücadele etmiştir. Stalin'i Genel Sekreterliğe öneren Lenin ve seçenler bu gerçeği görüyorlardı.
Troçki'nin Stalin'e düşmanlığının, hastalık derecesinde düşmanlığının belki de en önemli aşamasını Lenin'in kendini ve Stalin'i değerlendirmesinde ve Stalin'i MK Genel Sekreteri için uygun bulduğunu açıklamasında aramak gerekir.
*
Troçki, “Thermidor” kavramını Stalin ve SSCB'de karşı devrim ile bağlam içinde kullanır. Troçki bu kavramı Fransız Devrimi döneminde karşı devrimci büyük Fransız burjuvazisinin taraftarı anlamında kullanmaktadır; yani ortada bir karşı devrim var ve onun taraftarlığını veya doğrudan yürütücülüğünü yapanlar var. Troçki burada Lenin'i, yani ileride “kanka”sı yapmaya çalıştığı Lenin'i böyle suçlayabiliyor; sen “sosyalist oportünizm için” zemin hazırlayan karşı devrimcisin diyebiliyor. Troçki'nin cahilliğidir diyelim ve bunu geçelim.
Lenin Partinin desorganizatörü (örgütsüzleştiricisi) olduğuna göre Troçki de partinin baş örgütçüsü oluyor! Herhalde böyle oluyor! Ve bu da yetmemiş olacak ki Troçki, Lenin'i “sosyalist oportünizmin karşı devrimcileri“ için ortamı hazırlayan olarak tanımlıyor. Yani Lenin, “Sosyalist oportünizmin karşı devrimcileri“ adına provokatörlük yanıyor diyor.
Uzatmayalım. Troçki’nin, “kanka”sı Lenin’i nasıl değerlendirdiği üzerine bir iki örnek verelim ve Troçki’nin Lenin’in halefi olmasını engelleyen “kahrolası” Kremlin avlusu ve bel fıtığı senaryosuyla yazıyı bitirelim:
Troçki “Siyasi Görevlerimiz” yazısında Lenin'e karşı şunları yazar:
“Bu inanılmaz acımasız, demagojik satırlar okunduğunda insanı nasıl bir öfke sarar? Daha dün hakkında ‘kendiliğinden sendikalizme umut bağlayan proletarya diye konuşulan aynı proletarya bugün, siyasi disiplinin örneğini vermeye çağrılıyor (Burada Lenin’in “Ne Yapmalı” eserine gönderme yapılmaktadır, İ. Okçuoğlu) Ve kime? Tam da dünkü şemaya göre proletaryaya sınıf bilincini ve siyasi bilincini dışarıdan taşıma görevi verilen o aydınlara... Ve bu, Marksizm oluyor. Bu sosyal demokrat düşünce oluyor. Gerçekten, proletaryanın en iyi düşünsel varlığı karşısında Lenin’in yaptığından daha büyük bir kinizmle durulamaz. Lenin için Marksizm, büyük teorik yükümlülükleri beraberinde getiren bilimsel analizin bir yöntemi değil. Lenin için Marksizm, ... izlerini yok etmek gerekiyorsa bir bulaşık bezidir; büyüklüğünü göstermek istiyorsa bir beyazperdedir ve parti vicdanını göstermek gerekliyse bir mezuradır” (8).
Demek ki Lenin, Marksizmi, “bulaşık bezi”, “beyazperde” ve “mezura” olarak algılamış. Troçki bununla yetinmez ve aynı broşüründe “Lenin Marksist değildir”, “partinin gerici kanadının önderi”dir, “diktatör”dür, “gaspçı”dır diye de yazar.
Lenin hakkında söyledikleri az gelmiş olacak ki Troçki, Lenin'i “tanımlama”ya devam eder:
Kongrede Troçki, “kendine özgü enerji ve yeteneğiyle Lenin, partinin örgütsüzleştiricisi rolünü oynadı”; yeni bir Robespierre gibi “mütevazı parti konseyini kamu güvenliği için her şeye muktedir komiteye dönüştürmek için” çaba harcadı ve ortamı “sosyalist oportünizmin thermidoriancısı için” hazırladı der (9).
Troçki, “Thermidor” kavramını Stalin ve SSCB'de karşı devrim ile bağlam içinde çok kullanır. Troçki bu kavramı Fransız Devrimi döneminde karşı devrimci büyük Fransız burjuvazisinin taraftarı anlamında kullanmaktadır; yani ortada bir karşı devrim var ve onun taraftarlığını veya doğrudan yürütücülüğünü yapanlar var. Troçki burada Lenin'i, yani ileride “kanka”sı yapmaya çalıştığı Lenin'i böyle suçlayabiliyor; sen “sosyalist oportünizm için” zemin hazırlayan karşı devrimcisin diyebiliyor. Troçki'nin cahilliğidir diyelim ve bunu geçelim!
Lenin Partinin desorganizatörü (örgütsüzleştiricisi) olduğuna göre Troçki de partinin baş örgütçüsü oluyor! Herhalde böyle oluyor! Ve bu da yetmemiş olacak ki Troçki, Lenin'i “sosyalist oportünizmin karşı devrimcileri“ için ortamı hazırlayan olarak tanımlıyor. Yani Lenin, “Sosyalist oportünizmin karşı devrimcileri“ adına provokatörlük yanıyor diyor.
'Marksist olmayan Lenin', “partinin gerici kanadının önderi” Lenin, “diktatör” Lenin, “gaspçı” Lenin, “partinin örgütsüzleştiricisi” Lenin! Bütün bu sıfatları Troçki, “kanka”sı Lenin için kullanıyor.
Lenin hakkında “Siyasi Görevlerimiz”de daha neler söylediğini Troçki'nin biyografisini yazan İ. Deutscher'den okuyalım:
“40 sene boyunca Troçki'nin verimli kaleminden çıkan en şaşırtıcı doküman belki de budur...Hemen hemen hiçbir Menşevik yazar Lenin'e böylesi şahsi öfkeyle saldırmamıştı. Korkunç, ahlaksız, demagojik, pejmürde avukat, kötü niyetli ve ahlaki olarak itici – bu sözler Troçki'nin kısa bir zaman önce kendine dostluk elini uzatan, Batı Avrupa'ya götüren, her türlü gelişme imkanını sağlayan ve Plehanov'un kabalığından koruyan insana karşı yağdırdığı küfürleri süsleyen sıfatlar”dır (10).
Demek ki, Lenin Troçki'ye boşuna “hain”, “hergele” dememiş (11).
Ah şu kahrolası Kremlin avlusu ve bel fıtığı!
Her ikisi de hasta oluğundan Troçki'nin, Lenin'in halefi olması planları Kremlin avlusu ve bel fıtığı engeline takılıyor. Bunu da anlatan Troçki'dir.
“Hayatım”da okuyalım:
“1923 Martının ilk günleriydi. Lenin, Senato binasında kendi odasında yatıyordu. Bir dizi belirti ikinci felcin yaklaşmakta olduğunu gösteriyordu. Ben de lumbagodan dolayı birkaç haftadır yataktan çıkamıyordum. Evimizin bulunduğu eski Centilmen Dairesi binasında yatıyordum. Lenin'le aramızda Kremlin'in devasa büyük avlusu uzanıyordu. Ne Lenin ne de ben telefona gidecek halde değildik. Ayrıca doktorlar Lenin'e telefon konuşmalarını kesinkes yasaklamışlardı. Lenin'in iki sekreteri Fotiyeva ve Glasser bağlantıyı sağlıyorlardı” (12).
Demek ki, ne Lenin ne de Troçki telefona gidecek halde olamadıklarından Troçki, Lenin'in halefi olma fırsatını kaçırmış oluyor!
Tarihi böyle yazanlar için ne denir? Bir küçük burjuvanın, bir demagogun hezeyanları. Başka bir şey söylenemez, sadece bu söylenebilir. Marksist tarih anlayışını ve yazımını böyle ele alan birisi bu tanımlamayı hak eden birisidir. Troçki, kendi kendine iddia ediyor. Kendinden başka duyan, bizzat yaşayan yok. Ya tek başına kendisi biliyor ya da ikisi -Lenin ve Troçki- biliyor. MK bilmiyor, parti bilmiyor; başkaca hiç kimse bilmiyor.
Kremlin avlusu da bilmiyor!
Troçki'nin anlatımını okudukça insan kendi kendine “vay be” demek zorunda kalıyor. Az kalsın Lenin'in halefi olacakmış. Ama bir “bel fıtığı” engel olmuş! Normal koşullarda şeytani Troçki, aktif Troçki, kendisi ile Lenin'in halefi olması arasında mesafe oluşturan “bel fıtığı”nı yenemiyor ve anlatımında olduğu gibi, büyük, ama bana göre pek de devasa büyük olmayan Kremlin avlusu engelini aşamıyor! “Avrupa demokrasisinin şövalyesi”, Ekim Devriminin“Robespierr”i, “kızıl Napolyon”u, “birinci önderi”, “Ekim'in mimarı”, “Rus devriminin gerçek lideri” Leo Davidoviç Bronştayn Troçki, Kremlin avlusu engeline takılıyor, o avluyu aşamıyor ve Lenin'in halefi olamıyor! Olacak iş değil, gerçekten olacak iş değil!
Ne diyelim Troçki, “kader utansın”! (13) .
Herhalde yeterlidir!
*)“DÜŞTÜYSEK KALKARIZ, DAHA ÖLMEDİK YA!”, TROÇKİ, “24 AYAR” ANTİ-KOMÜNİSTİN HİKAYESİ” başlıklı yazı serisinde Ekim “devrimin büyük önderini”, Lenin'in “kanka”sını, Lenin'in deyimiyle Rus devriminin “hergele”sini atlatmaya çalıştım.
Şöyle de diyebiliriz: Bu çalışmada “Üstâd”ı yâd etmek” veya hem “Marksist” hem “Leninist” hem de “Bolşevik” Troçki'yi, sürekli devrimci, Ekim Devriminin “özü, çehresi ve ruhu” Troçki'yi, “Mont Blanc'ın aydınlatan zirvesi”ni, Batı burjuvazisinin “Kızıl Napolyon”u Troçki'yi, “Bolşevik-Leninist”, “esin kaynağı”, “biricik önder” Troçki'yi “yâd etmek”, ama nasıl sorusuna cevap aradım.
Bakınız: ibrahimokcuoglu.blogspot.com
“DÜŞTÜYSEK KALKARIZ, DAHA ÖLMEDİK YA!”, TROÇKİ, “24 AYAR” ANTİ-KOMÜNİSTİN HİKAYESİ
Makale 1-19. Yayınlandığı dönem: Şubat 2013-Kasım 2014 arası.
Kaynaklar:
1) Leo Trotzki; “Mein Leben - Hayatım”, “Lenins Krankheit -“Lenin‘in Hastalığı“ bölümünden, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1929/leben/39-lenkrank.htm. Türkçesi, s. 504.
2) Leo Trotzki; “Mein Leben - Hayatım”, “Lenins Krankheit - “Lenin‘in Hastalığı” bölümünden, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1929/leben/39-lenkrank.htm. Türkçesi, s. 504-506.
3) Leo Trotzki; “Mein Leben - Hayatım”, “Lenins Krankheit - “Lenin‘in Hastalığı” bölümünden, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1929/leben/39-lenkrank.htm. Türkçesi, s. 506.
4) Leo Trotzki; “Mein Leben - Hayatım”, “Lenins Krankheit - “Lenin‘in Hastalığı” bölümünden, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1929/leben/39-lenkrank.htm. Türkçesi, s. 506, 507.
5) Leo Trotzki; “Mein Leben - Hayatım”, “Lenins Krankheit - “Lenin‘in Hastalığı” bölümünden, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1929/leben/39. Türkçesi, s. 507, 508.
6) Stalin; C. 10, s. 151-153, “Önceki ve Şimdiki Troçkist Muhalefet”, 1927. Türkçesi; s. 148-150.
7) Lenin; C. 33, s. 301, XI. Kongre, kapanış konuşması.
8) L. Trotzki; “Unsere politischen Aufgaben". “Schriften zur revolutionären Organisation” kitabı içinde; s. 96-97, “Texte des Sozialismus und Anarchismus”, Rowohlt, 1970.
9) L. Trotzki: 'Wtaroj Sjesd R.S.D.R.P. - Otschjot Sibirskij Delegatskij', Genf, 1903. Aktaran: B. Bland; “Revisionismus in Russland:Trotzki gegen die Bolschewiki”, s. 6, İnternet.
10) İ. Deutscher; “Troçki Biyografisi”; C. I, s. 99, Kohlhammer Verlag 1972). Bkz.: 3. Makale LENİNİST ÖRGÜTLENME – TROÇKİST “ÖRGÜTLENME”.
11)Bk.: Lenin; Mektuplar, C. II, 1905-1910, s. 186-187. G. J. Zinovyev’e yazdığı 24 Ağustos 1909 tarihli mektup - “Hergele” Rusçadan Almancaya “Schuft” olarak çevrilmiş. Bunun Türkçe karşılığı da “itoğlu it”, “hergele”, “eşşoğlu eşek”. En uygun olanının “hergele” olduğunu düşünüyorum.
12) L. Troçki; “Mein Leben - Hayatım”, “Lenins Krankheit - “Lenin‘in Hastalığı” bölümünden, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1929/leben/39-lenkrank.htm. Türkçesi; s. 408
13) “DÜŞTÜYSEK KALKARIZ, DAHA ÖLMEDİK YA!”, TROÇKİ, “24 AYAR” ANTİ-KOMÜNİSTİN HİKAYESİ”, 5. Makale, EKİM DEVRİMİNDEN SONRA BOLŞEVİZM VE TROÇKİZM LENİN VE STALİN’E KARŞI TROÇKİ.
Back To Top