Siz bu ‚Pis adamı‘ tanımıyorsunuz. ‚Milletvekili olacağım‘ diyorsa olur o. Girmeyin iddiaya. Yapar diyorum, yapar bu adam. Onu sadece bana soracaksınız. Neler etmedi o bizlere. Siz seçersiniz, seçmezsiniz o başka hikaye, ama bu adam ‘Yaparım’ diyorsa, yapar vesselam.
İlkokulda da öyleydi zaten. ‘Bahçeye sıçarım’ diyor, hemen sıçıyordu. Kaç defa kıçına biber sürdü öğretmenler, bana mısın demedi. Tarih öğretmeni de bunun kıçını Osmanlı usulü kamçıladı, ııh! ‘Ben istersem müdürün kapısının önüne de sıçarım’ dedi de kimse iddiaya giremedi.
İddiaya girmesin bir kez, yapar. Bir keresinde sidiğiyle yoğurduğu çamurla Pisa Kulesi’ni yapmıştı okulun bahçesine de öğretmenlerin ağızları açık kalmıştı.
Her pisliği yapar o adam. Daha çocuktuk.. Çocuk dediysem öyle bebek değil, azıcık anlıyorduk her bir şeylerden. Şeyimiz de yavaş yavaş kalkmaya başlamıştı. Tuvaletlerin kerpiç duvarlarının deliklerinden kadınları gözlüyorduk birlikte. Özellikle de Ayşe ablayı.. Onun oğlu yoktu, kızı da bizimle oynamıyordu zaten. ‘Ben gider, Ayşe ablaya hemen bakarım’ dedi bir keresinde bu pis adam. Bakamazsın, dedik. Nasıl bakacak, öldürürdü Ayşe abla onu bir görse. ‘Ne veriyorsunuz bakarsam’ dedi. Ben bir aylık harçlığımı vereceğimi, ayrıca ona her gün babamın dükkanından bir elma getireceğimi söyledim. Ötekiler de bilyelerini, aşık kemiklerini vereceklerini söylediler. İşini hep garantili yapıyordu pis adam. Gitti Kuran’ı getirdi, el bastırdı bize, yemin ettirdi. Sonra da söz verdiğimiz herşeyi bir mendilin içinde topladı, bizim mollanın oğlunu çağırdı, ona verdi mendili. ‘Kim kazanırsa ona vereceksin, yoksa dizlerini kırarım, namaz kılamazsın’ dedi. Vermese kırardı billaha..
Kırardı; cılız biriydi ama ayı gibi kuvvetliydi. Mollanın oğlu ‘Tamam’ deyip mendili koltuğunun altına koyunca bu gitti tuvaletin kapısını langadak açtı. ‘Ne oluyor lan piç’ dedi Ayşe abla eteklerini örterken. ‘Bakıyorum’ dedi pis adam. ‘Neye bakıyorsun’ dedi Ayşe abla. ‘Ne yapıyorsun diye bakıyorum’ dedi pis adam. ‘Git anana bak piç’ dedi Ayşe abla. ‘Anama çok baktım’ dedi o da.
Şimdi siz Ayşe abla onu bir güzel haşladı değil mi diyeceksiniz, ama değil. Biz de öyle sanmıştık, şimdi Ayşe abla kalkacak, donunu çekecek, bunu ayaklarının altına alacak, güzelce yumuşattıktan sonra her parçasını bir ağaç dalına asacak diye beklerken acayip bir şey oldu. Ayşe abla kalktı, donunu da çekmedi, eteklerini iyice açıp ‘Bak, aha’ diye bağırdı. Pis adam ‘Tamam, baktım’ dedi ve geldi yanımıza.
Dünyada inanmam diyorsunuz değil mi? İsterseniz ahirette inanın, dinime imanıma aynen böyle oldu. Ayşe abla buna gösterince pis adam da geldi, mollanın oğlundan aldı mendili. Benim param da gitti, ötekilerin oyuncakları da. ‚İsterseniz sizlere satarım‘ dedi pis adam. Bana paramı faizle geri verdi, ama elmaları her gün afiyetle yedi. Ötekileri de borçlandırarak sattı eşyalarını geri. Bir sürü para kazandı bizim sırtımızdan. Bir de ‘Ben sizin karılarınızın şeylerine de bakacağım bir gün’ demez mi? Gücümüz yetse alacağız altımıza, ama biliyoruz anası bunu kemik suyuyla besliyor, kassız Herkül hergele.
Ayşe ablanın kızı mahallenin en güzel kızıydı. Hepimiz aşıktık ona. Biraz büyüyonce bizimle de oynamaya başladı. Saklambaç oynarken herkes onunla birlikte saklanmak istiyordu. Onunla daracık yerlerde saklanınca sürtünüyorduk. Balık kokuyordu kız her seferinde. Ama bu pis adamdan hiç birimize sıra kalmıyordu. Ayşe abla orada burada kızını beylere paşalara, zenginlere vereceğini söylüyordu. Hiç birimizin umudu da yoktu. Pis adamın anası babası zaten çulsuzdu. Babasının tek atlı bir at arabası vardı, bir de evi. Et girmezdi onların evlerine. Bu adamı bizim şehirdeki kasapların hepsi tanırdı. Sadece kemik alırdı kasaplardan. Kasaplar da itler yiyeceğine sen ye, der, dalgalarını geçerlerdi, alınmazdı adam. Bu yüzden pis adam ilik kokardı hep.
‚Ben Ayşe ablanın kızını alacağım‘ dedi yine pis adam, liseye giderken. İddialaştık. ‚Ne veriyorsunuz‘ dedi. Daha lisedeyiz, büyüyeceğiz de, askere gideceğiz de, para kazanacağız da, zengin olacağız da.. Yazları babalarımızın yanlarında çalışıyoruz, bir kaç kuruş geçiyor elimize. Ama onun cebinde kuruşu yoktur. Sen o kızı al, düğününü biz yapacağız, sana beş kuruş harcatmayacağız, dedik arkadaşlarla. ‚Sadece söz vermekle olmaz‘ dedi pis adam, ‚Senet yapalım!‘
Gittik mollanın oğluyla birlikte babasının yanına. Adam molla ama öyle hıyar bir molla değil. Güldü bizi dinlerken. Seneti yazdı kendi elleriyle, yemin ettirdi dinimize imanımıza, üstelik o da Kuran’a el bastırdı, senetleri imzalattı hepimize. Sonra; ‘Senetler bende kalacak, hakem ben olacağım’ dedi.
Ben okuyamadım, liseden ayrıldım, sebze halinde kabzımallık yapan babamın yanında çalışmaya başladım. Pis adamın önce babası öldü, aradan çok geçmeden anası göçtü gitti dünyadan. Evin tek çocuğuydu o, oldu evin sahibi.. Babası biraz da para bırakmış buna. O da pisin tekiydi zaten, kirli çıkın. Ne aktığını, ne koktuğunu görmüştür kimse. Ne zaman biriktirmiş o parayı, kimse anlayamadı. Pis adam at arabasını sattı, babasının bıraktığı parayla bahçeye iki odalı bir ev daha yaptırdı, kiraya verdi. Liseyi bitirdi, üniversite imtihanlarını da kazandı, kendi evini kiraya vermedi, gitti İstanbul’a.
Ayşe ablanın kızı Sümbül’ün bir bülbülü noksandı. Yakıyordu her yanı. Kimler istemedi onu mahalleden, şehirden, başka şehirlerden. Ih dedi, gıh demedi Ayşe abla. Babam da gitti kızı istemeye, ‚Ot kök satıyorsun, ben kızımı otun kökün içine gönderemem‘ demiş babama. Herif bir ay uyuyamadı.
Bir gün pis adam çıktı geldi. Unutmuştuk hepimiz onu. O gelince molla bizi çağırdı. O günlerde yaşımız yeni onsekizlemişti daha, ‚Şimdi sözünüzde misiniz hala‘ diye sordu molla. Niye olmayacağız? Ayşe abla o kızı avukatlara, doktorlara bile vermedi, buna mı verecekti? Mollanın yeniden yazdığı senetleri imzaladık. Pis adam pis pis güldü. ‚Siz en iyisi para biriktirmeye başlayın‘ diye bir de dalgasını geçti adi.
Pis adam İstanbul’da okurken geceleri bir barda garson olarak çalışmış yıllarca. Şef garson olmuş, sonrada patrona ortak. Adamın kızı olsaymış evlendirirmiş bununla. Üniversiteyi bitirince Jinekolog olmuş. Yani artık kadınların şeylerine bakıyormuş hiç sormadan.
Geldi bir gün geri, kentte küçük bir muayenehane açtı. Ayşe abla bile gitmiş ona göstermeye. Yaşlanmıştı kadın. Kocası da ölmüştü. Pis adamın kendisi anlattı, ‚Çocukken baktın, bir de şimdi bak‘ demiş Ayşe abla gülerek.
Ayşe ablanın ikinci gidişinde muayene sırasında istemiş kızını Ayşe abladan. ‚İstanbul’da ortak olduğum bir lokantam var, oradaki hakkımı satarım, burada sana istediğin gibi bir hamsi lokantası açarım, seni oraya baş kontrol aşçı yaparım. Buradaki evleri de satarız, bir apartman alırız, altına muayenehanemi kurarım. Yazları tatile götürürüm seni, nereye istersen. Dilersen deniz kenarında bir yalı alırım sana, orada oturursun‘ demiş pis adam.
Pis ulan bu, tam pis. Biliyor ya Ayşe ablanın Karadenizli olduğunu, yıllardır denize hasret kaldığını, yıllardır şöyle tazesinden bir hamsi bile yiyemediğini. O kadar zengin, ünlü adama kızını vermeyen Ayşe abla hamsiyi, denizi duyunca verdi kızını buna.
Biliyor pis adam her yolu elbet. Her boku biliyor çocukluğundan beri. Adamın ruhu pis. Üniversiteye gittiği yıllarda gizli ne işler çevirmiş o , haberimiz yok. Unutmuşum, onu da anlatayım da görün pis adamın pisliğini.
Ben babamın işlerini geliştirdim sebze halinde. Başka ülkelere ihracata bile başladım. Bizim TIR’cılardan biri bir defasında melamin tabak getirdi Almanya’dan. Şehirin göbeğinde, bakırcıların tam yanında açtım kocaman bir dükkan, doldurdum içini melamin tabaklarla. En başta melamin tabaklar da tabaktı hani. Her tür resim vardı içlerinde. Kadınlar tutkun olmuşlardı bunlara. İçinde çıplak kadın resimleri olanları da el altından bekar erkeklere satıyordum. Liseyi bırakmışım, ama zengin olmuşum, burnum tepemde. „
Yaz tatiliydi, bir gün geldi bu pis adam, benden yirmi tabak birden aldı. Karın yok, çocuğun yok ne yapacaksın bu kadar tabağı dedim, güldü pis pis, bir şey demedi. Aradan beş-on gün geçti, baktım bakırcı komşumun dükkanına sırtında bir çuvalla giriyor bu. Merak ettim, gittim. Bir çuval dolusu, kalayı iyice çıkmış bakır tabak döktü çuvaldan dışarıya. Tabaklar sağlam aslında, sadece kalayları çıkmış iyice. Bakırcı komşum tarttı hepsini, bir tomar para koydu bunun eline. Pis adam beni görünce ‚Dükkanda kimse var mı‘ diye sordu. Birlikte gittik bizim dükkana. Bu defa elli melamin tabak aldı. Ne yapıyorsun bu tabakları diye sordum. ‚Bakır yapıyorum‘ dedi pisin pisi gülerek. Nasıl bakır yapıyorsun melamini dedim ben de saf saf. ‚Köylere götürüyorum, köylü kadınlara melamin veriyor bakır alıyorum‘ dedi.
Defalarca yaptı bu işi, binlerce tabak götürdü. Herif yaz tatilinde biraz dinleneceğine melaminleri bakıra, bakırları paraya çevirince bir yığın parası olmuş da bizim haberimiz yok. Üstelik iki at arabacısıyla da anlaşmış, sermaye vermiş onlara,. O yeniden İstanbul’a gidince onlar sürdürdüler bunun işini. Uzak köylere onlar götürdüler bakıra çevrilen melaminleri. Arabacıların ikisi de temiz adam çıktı, allahları var, yemediler pis adamın parasını. Zaten onun da hesap mesap sorduğu yokmuş. Adamlar götürüp onun adına bankaya yatırıyorlarmış kendi payını.
Akıla bak ya. Tevekkeli değil, o günlerde bile şehrin en güzel giyinen adamıydı hergele. Bütün kızlar peşindeydi ama o Sümbül diyor başka bir şey demiyordu, biz de dalgamızı geçiyorduk. Dediğini yaptı herif, Sümbül’ü de aldı sonunda. Hem de güle oynaya verdi Ayşe abla kızını ona. Biz de kıçımızı kurtaramadık. ‚Mahkemelerde süründürürüm sizleri‘ dedi, ‚faiziyle beş katını alırım senette yazılı olanın.‘ Molla da; ‚Ben de allah için şahidim, alır‘ dedi. Kaldı kuyruğumuz elinde pis adamın.
Düğünü bize yaptırdı. Hem de ne düğün. Şimdi Sümbül’üyle kelle bacak yatıyor bizim aldığımız yatakların üzerinde. Beş kuruş harcamadı düğünde, yeminim olsun beş kuruş çıkmadı cebinden pisin. Ortağı olan at arabacılarına da taksi şirketi kurdurdu bizim kentte.
Bu kadarla kalsa iyi. Şimdi jinekolog oldu ya, şehirin bütün kadınlarına bakıyor. Gönüllü gidip gösteriyor kadınlar buna. Muayeneye gelen kadınların hepsisini kafalamış, ‚Ben aday olayım, oyunuzu verin, belediye başkanlığına seçileyim, hepinizi bedava muayene ederim‘ demiş. Kadınlarda hastalık mı yok? O ona, o ona derken neredeyse bizim şehrin bütün kadınları taşınmış bunun muayenehanesine. Biz de sözüm ona, aramızda dalgamızı geçiyor, onun bunun akmışına, kokmuşuna bakıyor, ne anlar belediyecilikten, diyorduk. Ama atın kuyruğu öyle değilmiş Hiç hastalığı olmayan kadınlar bile sırf meraktan geliyorlarmış, gösteriyorlarmış ona. Ama kendi yok, allahı var, kimse bir adiliğini görmemiş, öyle sadık Sümbül’e.
Sonra bu pis adam haftada bir gün de yoksullara bedava muayeneye başladı. Köylerdeki kadınlar bile geldiler ona göstermeye. Koca bir bina satın aldı, hastahane gibi muayenehane. Herif de civan gibi, sanki baktıkça gençleşiyor, yakışıklı oluyor. Bedava muayeneye bedava ilaçları da ekledi. Bazılarının evlerine bile gidiyormuş. Sümbül’ün altına son model bir araba çekti, bir de şoför tuttu. Ayşe abla da kızından ayrılmamak için pis adamın İstanbul’da ortak olduğu lokantadaki ortaklık payını sattırdı, burada ‚Hamsi‘ diye bir lokanta açtırdı damadına, başına kendisi geçti.
Bu memleketin ahalisi donmuş hamsi yiye yiye balıktan nefret eder olmuştu. Bunlar yeniden sevdirdiler halka balığı. Ucuz, temiz, hem de günlük taze..Özel iki minübüs çalışıyor lokantaya. Biri malı boşaltıyor gidiyor, öteki taze balıkla geliyor kapının önüne. Millet de kuyrukta zaten, gelen anında bitiyor. Ayşe abla bu, hamsi tavayı güzel yapacak elbette. Sümbül’ü nasıl yaptıysa..
Her hafta Salı günleri de sebze halinin önüne bir kamyon dolusu balık getiriyorlar, köylüler kapış kapış götürüyorlar malı. Adam çaktırmadan şirket üstüne şirket kuruyor, biz de sözüm ona dalgamızı geçiyoruz. Taksiler, lokanta, muayenehane.. Daha ne olsun?
Bunların alayı pis be. Akılları fikirleri pislikte. Damat kaynana alttan alta ne tezgahlar kuruyorlarmış da haberimiz yok. Ama bu pis adam bizi asla unutmadı. Hep geliyor, ziyaret ediyor, konuşunca bakıyoruz o hala bizim pis adam, hiç değişmemiş, at arabacısının oğlu. Ama niyeti başkaymış, nereden bilelim?
Bir gün Ayşe ablanın lokantasında balık yiyorduk hep birlikte. ‚Ben bu şehire belediye başkanı olacağım‘ dedi, güldük. Tamam, Sümbül’ü aldı, bütün kadınlarınkine de bakabiliyor, parası da var artık, ama politika kalın iş, sapı onun eline sığmaz. Olamazsın, dedik elbet hemen. Demez olaydık, geldi mi yine iddia. Bu defa bizi notere götürdü, seçilemezse malını mülkünü bize pay edecek, bu şehri terkedecekti. Seçilirse.. Seçilirse biz anamızın şeyini görecektik. Yani her şeyimizin yarısına ortak edecektik onu.
Bağımsızlıkla koydu adaylığını. Biz de başladık bunun aleyhine çalışmaya. Bu at arabacısının oğlu, melamini bakır yapan bir dolandırıcı, kaynanasının şeyine bile bakmıştı küçükken, hem kaynanasınınkini gördü hem de kızını aldı, dedik önümüze gelene. Bütün partilerin de hedefi oldu. Birbirleriyle uğraşmayı bıraktı partiler, varsa yoksa o konuşuluyor. Ama adamın her yerde eli var. Balıkçılar köylülere, o kadınlara, taksiciler müşterilerine, Ayşe abla da hamsi severlere anlatıyor o seçilirse neler olacağını.
Bir akşam evde bizim karı, ‚Utanmıyor musunuz, ne istiyorsunuz adamdan‘ demez mi? Ne demek ne istiyorsunuz, sen ne karışıyorsun bu politika işine karı aklınla, dedim. Efendim, ‚Niye karışmayacak mış, memlekette eşitlik varmış, hem bu adam önceki doktorlardan daha iyi bakıyormuş..‘
Beynim, beynim öldü. Sana da mı baktı bu pis adam, diye bağırdım. ‚Baktı ya‘ dedi, ‚Bana da baktı, arkadaşlarının karılarına da. Hem de eni konu baktı, şimdi ne akıyor, ne de kokuyor. Her ay gösteriyorum ona. Ben oyumu ona vereceğim. Mahalledeki kadınların hepsi de ona verecek. Kadın derneği de kuracağız bu şehire, erkek egemenliğine son‘.
Bakmış ulan, bizim karıya da bakmış. Daha çoçukken söylemişti zaten bakacağını. Aldım elime karıyı, öldüreceğim. ‚Bir tane vur, hele bir tane vur, polise gitmeyenin. Eski günler bitti efendi, dayak yeme günleri bittiii‘.
Cinlere mi geldim, nasıl oldu bilmiyorum, düştü kanatlarım yanlarıma. Efendi, herif dipten çalışıyor, alttan yüzdürüyor kayığını, meğer bizim, yani onunla iddiaya girenlerin hepsinin karılarına da bakmış bu. Kaleyi içten almış da bizim haberimiz yok. Bir de baktık şehirin bütün kadınlarının üstlerinde bunun tişörtleri. Tişörtlerin üzerinde gülen iki çocuk resmi, resimler tam kadınların memelerinin üzerine geliyor. Sanki memeler gülüyor gibi. Göbeğe gelecek yerde de ‚Hijyen‘ yazılı. Tişörtlerin arkalarında ‚Sağlıklı bir nesil için temiz bir kent‘ yazısı duruyor. Bütün kadınların üzerlerinde bu tişörtler. Türbanlılar bile uzun kollularından giydiler bu tişörtlerin. Şehirin bütün kadınları bunun ayaklı reklam panosu oldular. Taksilerin üzerlerinde bu resimler, balıkçılar balıkları böyle resimli torbalara koyuyorlar. Ayşe abla müşterilerine resimli tişört hediye ediyor.
Yetti mi? Yetmedi elbet. Haftada bir gün taksiler bedava, balık bedava, hamsi tava bedava. Ayşe abla da lokantanın müşterilerini kafalamış balıkla. Parti yöneticilerinden bazıları da balığın yüzgecinin bir yerlerini kaşıdığını hissedince alttan alta gidip pis adamla görüşmüş, il başkanlığı önermişler, ama pis adam ‚Ben partilere girmem‘ demiş, reddetmiş.
Bir sabah arabayı parkettim, büroya giriyordum, o da ne? Bir yığın genç, kızlı erkekli, dükkanlara bildiri dağıtıyorlar.. Bir tane de bana verdiler. ‘Evet’ diyordu pis adam bildiride, ‘Ben at arabacısının oğluyum, kemik suyuyla büyüdüm, bakırları da melamin yaptım, bir çocuk olarak kaynanamın şeyine baktığım da doğrudur, ama bu kentte şimdi herkesinkine bakabiliyorum ve bundan hiç kimse şikayetçi değil.’
Yandık! Adam ona karşı kullandığımız silahları bize çevirdi. Kesin seçilir bu adam artık. Yapmadım deseydi biz kazanırdık. Ama adam inkar etmiyor, yaptım diyor. ‘Üstelik çalmadım, kimsenin namusuna dokunmadım, namuslu bir ailenin üyesiyim’ diyor, ki bunlar da doğru. Gitti bizim variyetin yarısı..
İddiaya giren arkadaşlar bir başka şehirde bir araya geldik. Bu adam ölmeli, dedik tüm tartışmaların sonunda. Bu adam kesin ölmeli. İçimizden biri bir kadın bulalım dedi, o öldürsün muayenehanesinde. Tecavüze kalkıştı, vurdum, desin. Aklımız yattı. Bu arkadaşa verdik görevi. Bu da gitmiş İstanbul’da bir sokak kadınıyla anlaşmış. Kadın geldi, otelde gördük. Yani insan beş sene kadınsız kalsa yine böyle birine tecavüz etmeye kalkışmaz, ama çaresiz kabullendik.
Akşama, akşama kurtulacağız bu dertten. Bizim kiralık katilin randevusu akşam saat beşte. Olayla ilişkimiz yok desinler diye gittik Ayşe ablanın lokantasına. Bir zifayet masası dizdirdik kendimize. Ayşe abla da oturdu yanımıza. Bir de ne görelim, o kadın, o allahın belası kadın iki gözü iki çeşme girmez mi kapıdan içeriye. Neyse ki bizim yanımıza oturmadı. Gitti bir masaya çöktü, ‚Rakı veeer‘ diye bağırdı garsona. Ayşe abla kalktı gitti, ‚Ne oldu kızım, neyin var‘ diye sordu o anacan sesiyle.
‚Ben adamı öldürmeye gittim be annem‘ dedi kadın. Yüreklerimiz gırtlaklarımızdan çıktı masanın üzerinde atıyor. ‚Ya öyle işte, ben adamı öldürmeye gittim, o daha yüzüme bakar bakmaz sizde sifilis var, mutlaka tedavi olmalısınız, dedi. Elini sürse soyun dese, öldüreceğim. Ben zaten ölmüşüm. Hiç değil son günlerimde biraz param olacak onu öldürünce. Ama adama bak, bu kadar bilir insan. Ben biliyordum bende firengi olduğunu, puştun birinden geçmiş bana, ama adam firengi bile demedi beni üzmemek için, sifilis dedi. Sonra da muayene etti. İlaç yazmadı, ilaçları tutuşturdu elime, gönüllü tedavi olmazsam devlete bildirmek zorunda kalacağını da söylemeyi unutmadı. Tedavi masraflarını da üstlendi. Yarın gel seni hastahaneye yatıracağım, dedi. Ne adımı, ne adresimi sordu adam. Bilmiyor ki onu öldürmeye giden bir azrailim ben. Ver be anam ver şu rakıyı..’
Tüydük. Anında tüydük hepimiz. Yine de namuslu kadınmış, ele vermedi bizi. Pis adam gerçekten tedavi ettirdi bu kadını. O da şehirde ne kadar gizli, açık orospu varsa pis adamın belediye başkanı seçilmesi için örgütledi.
Bu kadarla kalsa iyi. Bir gece yanaştım bizim karıya yatakta, ‚O adamı seçeceğinize söz ver yatalım‘ demesin mi? Ulan allahın pisine bak be, karımızın şeyine baktığı yetmiyormuş gibi bir de o şeyi bize karşı kullanıyor. Bir hafta, iki hafta.. Sonunda tamam lan, dedim karıya, ama kimseye söyleme, tamam ona vereceğim oyumu.
Seçildi elbette. Hem de herkesi şaşkınlıktan gebertecek kadar bir oyla seçildi. Meğer öteki partili erkekler de bakılmış kadınlarının baskısıyla oylarını vermişler bu pis adama. Belediye başkanı olmakla kalmadı, üstelik bizim ortağımız da oldu. Elini sürmeden yığınla para kazanıyordu adam.
Pis adam belediye başkanı olunca nasıl yaptı, nasıl becerdi bilmiyorum ama, şehrin yüzüne renk geldi birden. Üç yıl sonra da tanıyamaz olduk eski şehrimizi. Çocuk yuvası kurdu, hem de üç tane. Ev kadınları için, kadın derneği kurdurdu, kadınlar da derneğe üye olanca, laf atanın dilini kıçına soktular sokak ortasında, üstelik kahvelere, meyhanelere de girip oturmaya başladılar, sokaklara kahvelere ahlak geldi oturdu. İki tane park yaptırdı adam, havuzlu. Biri benim en pahalı arsamın üzerinde. Kapalı yüzme havuzu yaptırdı, yolları asfaltla kapattı, yanlarına çiçek ektirdi, zabıtaları bir güzel giydirdi, çöpçüler bile efendi oldu şimdi.
‚Milletvekili olacağım, iddiaya giren var mı‘ dediği gün, sağol ağam, bakılacak yerimiz kalmadı diyerek kabul etmedik iddiayı.
İşte o pis adam şimdi milletvekili adayı oldu. Sizden oy isteyen pis adam böyle biri. İster seçin, ister seçmeyin. Siz seçmeseniz de oyunu uzaydan getirir, yine milletvekili olur o adam, gözüm gibi biliyorum bunu.”
İlkokulda da öyleydi zaten. ‘Bahçeye sıçarım’ diyor, hemen sıçıyordu. Kaç defa kıçına biber sürdü öğretmenler, bana mısın demedi. Tarih öğretmeni de bunun kıçını Osmanlı usulü kamçıladı, ııh! ‘Ben istersem müdürün kapısının önüne de sıçarım’ dedi de kimse iddiaya giremedi.
İddiaya girmesin bir kez, yapar. Bir keresinde sidiğiyle yoğurduğu çamurla Pisa Kulesi’ni yapmıştı okulun bahçesine de öğretmenlerin ağızları açık kalmıştı.
Her pisliği yapar o adam. Daha çocuktuk.. Çocuk dediysem öyle bebek değil, azıcık anlıyorduk her bir şeylerden. Şeyimiz de yavaş yavaş kalkmaya başlamıştı. Tuvaletlerin kerpiç duvarlarının deliklerinden kadınları gözlüyorduk birlikte. Özellikle de Ayşe ablayı.. Onun oğlu yoktu, kızı da bizimle oynamıyordu zaten. ‘Ben gider, Ayşe ablaya hemen bakarım’ dedi bir keresinde bu pis adam. Bakamazsın, dedik. Nasıl bakacak, öldürürdü Ayşe abla onu bir görse. ‘Ne veriyorsunuz bakarsam’ dedi. Ben bir aylık harçlığımı vereceğimi, ayrıca ona her gün babamın dükkanından bir elma getireceğimi söyledim. Ötekiler de bilyelerini, aşık kemiklerini vereceklerini söylediler. İşini hep garantili yapıyordu pis adam. Gitti Kuran’ı getirdi, el bastırdı bize, yemin ettirdi. Sonra da söz verdiğimiz herşeyi bir mendilin içinde topladı, bizim mollanın oğlunu çağırdı, ona verdi mendili. ‘Kim kazanırsa ona vereceksin, yoksa dizlerini kırarım, namaz kılamazsın’ dedi. Vermese kırardı billaha..
Kırardı; cılız biriydi ama ayı gibi kuvvetliydi. Mollanın oğlu ‘Tamam’ deyip mendili koltuğunun altına koyunca bu gitti tuvaletin kapısını langadak açtı. ‘Ne oluyor lan piç’ dedi Ayşe abla eteklerini örterken. ‘Bakıyorum’ dedi pis adam. ‘Neye bakıyorsun’ dedi Ayşe abla. ‘Ne yapıyorsun diye bakıyorum’ dedi pis adam. ‘Git anana bak piç’ dedi Ayşe abla. ‘Anama çok baktım’ dedi o da.
Şimdi siz Ayşe abla onu bir güzel haşladı değil mi diyeceksiniz, ama değil. Biz de öyle sanmıştık, şimdi Ayşe abla kalkacak, donunu çekecek, bunu ayaklarının altına alacak, güzelce yumuşattıktan sonra her parçasını bir ağaç dalına asacak diye beklerken acayip bir şey oldu. Ayşe abla kalktı, donunu da çekmedi, eteklerini iyice açıp ‘Bak, aha’ diye bağırdı. Pis adam ‘Tamam, baktım’ dedi ve geldi yanımıza.
Dünyada inanmam diyorsunuz değil mi? İsterseniz ahirette inanın, dinime imanıma aynen böyle oldu. Ayşe abla buna gösterince pis adam da geldi, mollanın oğlundan aldı mendili. Benim param da gitti, ötekilerin oyuncakları da. ‚İsterseniz sizlere satarım‘ dedi pis adam. Bana paramı faizle geri verdi, ama elmaları her gün afiyetle yedi. Ötekileri de borçlandırarak sattı eşyalarını geri. Bir sürü para kazandı bizim sırtımızdan. Bir de ‘Ben sizin karılarınızın şeylerine de bakacağım bir gün’ demez mi? Gücümüz yetse alacağız altımıza, ama biliyoruz anası bunu kemik suyuyla besliyor, kassız Herkül hergele.
Ayşe ablanın kızı mahallenin en güzel kızıydı. Hepimiz aşıktık ona. Biraz büyüyonce bizimle de oynamaya başladı. Saklambaç oynarken herkes onunla birlikte saklanmak istiyordu. Onunla daracık yerlerde saklanınca sürtünüyorduk. Balık kokuyordu kız her seferinde. Ama bu pis adamdan hiç birimize sıra kalmıyordu. Ayşe abla orada burada kızını beylere paşalara, zenginlere vereceğini söylüyordu. Hiç birimizin umudu da yoktu. Pis adamın anası babası zaten çulsuzdu. Babasının tek atlı bir at arabası vardı, bir de evi. Et girmezdi onların evlerine. Bu adamı bizim şehirdeki kasapların hepsi tanırdı. Sadece kemik alırdı kasaplardan. Kasaplar da itler yiyeceğine sen ye, der, dalgalarını geçerlerdi, alınmazdı adam. Bu yüzden pis adam ilik kokardı hep.
‚Ben Ayşe ablanın kızını alacağım‘ dedi yine pis adam, liseye giderken. İddialaştık. ‚Ne veriyorsunuz‘ dedi. Daha lisedeyiz, büyüyeceğiz de, askere gideceğiz de, para kazanacağız da, zengin olacağız da.. Yazları babalarımızın yanlarında çalışıyoruz, bir kaç kuruş geçiyor elimize. Ama onun cebinde kuruşu yoktur. Sen o kızı al, düğününü biz yapacağız, sana beş kuruş harcatmayacağız, dedik arkadaşlarla. ‚Sadece söz vermekle olmaz‘ dedi pis adam, ‚Senet yapalım!‘
Gittik mollanın oğluyla birlikte babasının yanına. Adam molla ama öyle hıyar bir molla değil. Güldü bizi dinlerken. Seneti yazdı kendi elleriyle, yemin ettirdi dinimize imanımıza, üstelik o da Kuran’a el bastırdı, senetleri imzalattı hepimize. Sonra; ‘Senetler bende kalacak, hakem ben olacağım’ dedi.
Ben okuyamadım, liseden ayrıldım, sebze halinde kabzımallık yapan babamın yanında çalışmaya başladım. Pis adamın önce babası öldü, aradan çok geçmeden anası göçtü gitti dünyadan. Evin tek çocuğuydu o, oldu evin sahibi.. Babası biraz da para bırakmış buna. O da pisin tekiydi zaten, kirli çıkın. Ne aktığını, ne koktuğunu görmüştür kimse. Ne zaman biriktirmiş o parayı, kimse anlayamadı. Pis adam at arabasını sattı, babasının bıraktığı parayla bahçeye iki odalı bir ev daha yaptırdı, kiraya verdi. Liseyi bitirdi, üniversite imtihanlarını da kazandı, kendi evini kiraya vermedi, gitti İstanbul’a.
Ayşe ablanın kızı Sümbül’ün bir bülbülü noksandı. Yakıyordu her yanı. Kimler istemedi onu mahalleden, şehirden, başka şehirlerden. Ih dedi, gıh demedi Ayşe abla. Babam da gitti kızı istemeye, ‚Ot kök satıyorsun, ben kızımı otun kökün içine gönderemem‘ demiş babama. Herif bir ay uyuyamadı.
Bir gün pis adam çıktı geldi. Unutmuştuk hepimiz onu. O gelince molla bizi çağırdı. O günlerde yaşımız yeni onsekizlemişti daha, ‚Şimdi sözünüzde misiniz hala‘ diye sordu molla. Niye olmayacağız? Ayşe abla o kızı avukatlara, doktorlara bile vermedi, buna mı verecekti? Mollanın yeniden yazdığı senetleri imzaladık. Pis adam pis pis güldü. ‚Siz en iyisi para biriktirmeye başlayın‘ diye bir de dalgasını geçti adi.
Pis adam İstanbul’da okurken geceleri bir barda garson olarak çalışmış yıllarca. Şef garson olmuş, sonrada patrona ortak. Adamın kızı olsaymış evlendirirmiş bununla. Üniversiteyi bitirince Jinekolog olmuş. Yani artık kadınların şeylerine bakıyormuş hiç sormadan.
Geldi bir gün geri, kentte küçük bir muayenehane açtı. Ayşe abla bile gitmiş ona göstermeye. Yaşlanmıştı kadın. Kocası da ölmüştü. Pis adamın kendisi anlattı, ‚Çocukken baktın, bir de şimdi bak‘ demiş Ayşe abla gülerek.
Ayşe ablanın ikinci gidişinde muayene sırasında istemiş kızını Ayşe abladan. ‚İstanbul’da ortak olduğum bir lokantam var, oradaki hakkımı satarım, burada sana istediğin gibi bir hamsi lokantası açarım, seni oraya baş kontrol aşçı yaparım. Buradaki evleri de satarız, bir apartman alırız, altına muayenehanemi kurarım. Yazları tatile götürürüm seni, nereye istersen. Dilersen deniz kenarında bir yalı alırım sana, orada oturursun‘ demiş pis adam.
Pis ulan bu, tam pis. Biliyor ya Ayşe ablanın Karadenizli olduğunu, yıllardır denize hasret kaldığını, yıllardır şöyle tazesinden bir hamsi bile yiyemediğini. O kadar zengin, ünlü adama kızını vermeyen Ayşe abla hamsiyi, denizi duyunca verdi kızını buna.
Biliyor pis adam her yolu elbet. Her boku biliyor çocukluğundan beri. Adamın ruhu pis. Üniversiteye gittiği yıllarda gizli ne işler çevirmiş o , haberimiz yok. Unutmuşum, onu da anlatayım da görün pis adamın pisliğini.
Ben babamın işlerini geliştirdim sebze halinde. Başka ülkelere ihracata bile başladım. Bizim TIR’cılardan biri bir defasında melamin tabak getirdi Almanya’dan. Şehirin göbeğinde, bakırcıların tam yanında açtım kocaman bir dükkan, doldurdum içini melamin tabaklarla. En başta melamin tabaklar da tabaktı hani. Her tür resim vardı içlerinde. Kadınlar tutkun olmuşlardı bunlara. İçinde çıplak kadın resimleri olanları da el altından bekar erkeklere satıyordum. Liseyi bırakmışım, ama zengin olmuşum, burnum tepemde. „
Yaz tatiliydi, bir gün geldi bu pis adam, benden yirmi tabak birden aldı. Karın yok, çocuğun yok ne yapacaksın bu kadar tabağı dedim, güldü pis pis, bir şey demedi. Aradan beş-on gün geçti, baktım bakırcı komşumun dükkanına sırtında bir çuvalla giriyor bu. Merak ettim, gittim. Bir çuval dolusu, kalayı iyice çıkmış bakır tabak döktü çuvaldan dışarıya. Tabaklar sağlam aslında, sadece kalayları çıkmış iyice. Bakırcı komşum tarttı hepsini, bir tomar para koydu bunun eline. Pis adam beni görünce ‚Dükkanda kimse var mı‘ diye sordu. Birlikte gittik bizim dükkana. Bu defa elli melamin tabak aldı. Ne yapıyorsun bu tabakları diye sordum. ‚Bakır yapıyorum‘ dedi pisin pisi gülerek. Nasıl bakır yapıyorsun melamini dedim ben de saf saf. ‚Köylere götürüyorum, köylü kadınlara melamin veriyor bakır alıyorum‘ dedi.
Defalarca yaptı bu işi, binlerce tabak götürdü. Herif yaz tatilinde biraz dinleneceğine melaminleri bakıra, bakırları paraya çevirince bir yığın parası olmuş da bizim haberimiz yok. Üstelik iki at arabacısıyla da anlaşmış, sermaye vermiş onlara,. O yeniden İstanbul’a gidince onlar sürdürdüler bunun işini. Uzak köylere onlar götürdüler bakıra çevrilen melaminleri. Arabacıların ikisi de temiz adam çıktı, allahları var, yemediler pis adamın parasını. Zaten onun da hesap mesap sorduğu yokmuş. Adamlar götürüp onun adına bankaya yatırıyorlarmış kendi payını.
Akıla bak ya. Tevekkeli değil, o günlerde bile şehrin en güzel giyinen adamıydı hergele. Bütün kızlar peşindeydi ama o Sümbül diyor başka bir şey demiyordu, biz de dalgamızı geçiyorduk. Dediğini yaptı herif, Sümbül’ü de aldı sonunda. Hem de güle oynaya verdi Ayşe abla kızını ona. Biz de kıçımızı kurtaramadık. ‚Mahkemelerde süründürürüm sizleri‘ dedi, ‚faiziyle beş katını alırım senette yazılı olanın.‘ Molla da; ‚Ben de allah için şahidim, alır‘ dedi. Kaldı kuyruğumuz elinde pis adamın.
Düğünü bize yaptırdı. Hem de ne düğün. Şimdi Sümbül’üyle kelle bacak yatıyor bizim aldığımız yatakların üzerinde. Beş kuruş harcamadı düğünde, yeminim olsun beş kuruş çıkmadı cebinden pisin. Ortağı olan at arabacılarına da taksi şirketi kurdurdu bizim kentte.
Bu kadarla kalsa iyi. Şimdi jinekolog oldu ya, şehirin bütün kadınlarına bakıyor. Gönüllü gidip gösteriyor kadınlar buna. Muayeneye gelen kadınların hepsisini kafalamış, ‚Ben aday olayım, oyunuzu verin, belediye başkanlığına seçileyim, hepinizi bedava muayene ederim‘ demiş. Kadınlarda hastalık mı yok? O ona, o ona derken neredeyse bizim şehrin bütün kadınları taşınmış bunun muayenehanesine. Biz de sözüm ona, aramızda dalgamızı geçiyor, onun bunun akmışına, kokmuşuna bakıyor, ne anlar belediyecilikten, diyorduk. Ama atın kuyruğu öyle değilmiş Hiç hastalığı olmayan kadınlar bile sırf meraktan geliyorlarmış, gösteriyorlarmış ona. Ama kendi yok, allahı var, kimse bir adiliğini görmemiş, öyle sadık Sümbül’e.
Sonra bu pis adam haftada bir gün de yoksullara bedava muayeneye başladı. Köylerdeki kadınlar bile geldiler ona göstermeye. Koca bir bina satın aldı, hastahane gibi muayenehane. Herif de civan gibi, sanki baktıkça gençleşiyor, yakışıklı oluyor. Bedava muayeneye bedava ilaçları da ekledi. Bazılarının evlerine bile gidiyormuş. Sümbül’ün altına son model bir araba çekti, bir de şoför tuttu. Ayşe abla da kızından ayrılmamak için pis adamın İstanbul’da ortak olduğu lokantadaki ortaklık payını sattırdı, burada ‚Hamsi‘ diye bir lokanta açtırdı damadına, başına kendisi geçti.
Bu memleketin ahalisi donmuş hamsi yiye yiye balıktan nefret eder olmuştu. Bunlar yeniden sevdirdiler halka balığı. Ucuz, temiz, hem de günlük taze..Özel iki minübüs çalışıyor lokantaya. Biri malı boşaltıyor gidiyor, öteki taze balıkla geliyor kapının önüne. Millet de kuyrukta zaten, gelen anında bitiyor. Ayşe abla bu, hamsi tavayı güzel yapacak elbette. Sümbül’ü nasıl yaptıysa..
Her hafta Salı günleri de sebze halinin önüne bir kamyon dolusu balık getiriyorlar, köylüler kapış kapış götürüyorlar malı. Adam çaktırmadan şirket üstüne şirket kuruyor, biz de sözüm ona dalgamızı geçiyoruz. Taksiler, lokanta, muayenehane.. Daha ne olsun?
Bunların alayı pis be. Akılları fikirleri pislikte. Damat kaynana alttan alta ne tezgahlar kuruyorlarmış da haberimiz yok. Ama bu pis adam bizi asla unutmadı. Hep geliyor, ziyaret ediyor, konuşunca bakıyoruz o hala bizim pis adam, hiç değişmemiş, at arabacısının oğlu. Ama niyeti başkaymış, nereden bilelim?
Bir gün Ayşe ablanın lokantasında balık yiyorduk hep birlikte. ‚Ben bu şehire belediye başkanı olacağım‘ dedi, güldük. Tamam, Sümbül’ü aldı, bütün kadınlarınkine de bakabiliyor, parası da var artık, ama politika kalın iş, sapı onun eline sığmaz. Olamazsın, dedik elbet hemen. Demez olaydık, geldi mi yine iddia. Bu defa bizi notere götürdü, seçilemezse malını mülkünü bize pay edecek, bu şehri terkedecekti. Seçilirse.. Seçilirse biz anamızın şeyini görecektik. Yani her şeyimizin yarısına ortak edecektik onu.
Bağımsızlıkla koydu adaylığını. Biz de başladık bunun aleyhine çalışmaya. Bu at arabacısının oğlu, melamini bakır yapan bir dolandırıcı, kaynanasının şeyine bile bakmıştı küçükken, hem kaynanasınınkini gördü hem de kızını aldı, dedik önümüze gelene. Bütün partilerin de hedefi oldu. Birbirleriyle uğraşmayı bıraktı partiler, varsa yoksa o konuşuluyor. Ama adamın her yerde eli var. Balıkçılar köylülere, o kadınlara, taksiciler müşterilerine, Ayşe abla da hamsi severlere anlatıyor o seçilirse neler olacağını.
Bir akşam evde bizim karı, ‚Utanmıyor musunuz, ne istiyorsunuz adamdan‘ demez mi? Ne demek ne istiyorsunuz, sen ne karışıyorsun bu politika işine karı aklınla, dedim. Efendim, ‚Niye karışmayacak mış, memlekette eşitlik varmış, hem bu adam önceki doktorlardan daha iyi bakıyormuş..‘
Beynim, beynim öldü. Sana da mı baktı bu pis adam, diye bağırdım. ‚Baktı ya‘ dedi, ‚Bana da baktı, arkadaşlarının karılarına da. Hem de eni konu baktı, şimdi ne akıyor, ne de kokuyor. Her ay gösteriyorum ona. Ben oyumu ona vereceğim. Mahalledeki kadınların hepsi de ona verecek. Kadın derneği de kuracağız bu şehire, erkek egemenliğine son‘.
Bakmış ulan, bizim karıya da bakmış. Daha çoçukken söylemişti zaten bakacağını. Aldım elime karıyı, öldüreceğim. ‚Bir tane vur, hele bir tane vur, polise gitmeyenin. Eski günler bitti efendi, dayak yeme günleri bittiii‘.
Cinlere mi geldim, nasıl oldu bilmiyorum, düştü kanatlarım yanlarıma. Efendi, herif dipten çalışıyor, alttan yüzdürüyor kayığını, meğer bizim, yani onunla iddiaya girenlerin hepsinin karılarına da bakmış bu. Kaleyi içten almış da bizim haberimiz yok. Bir de baktık şehirin bütün kadınlarının üstlerinde bunun tişörtleri. Tişörtlerin üzerinde gülen iki çocuk resmi, resimler tam kadınların memelerinin üzerine geliyor. Sanki memeler gülüyor gibi. Göbeğe gelecek yerde de ‚Hijyen‘ yazılı. Tişörtlerin arkalarında ‚Sağlıklı bir nesil için temiz bir kent‘ yazısı duruyor. Bütün kadınların üzerlerinde bu tişörtler. Türbanlılar bile uzun kollularından giydiler bu tişörtlerin. Şehirin bütün kadınları bunun ayaklı reklam panosu oldular. Taksilerin üzerlerinde bu resimler, balıkçılar balıkları böyle resimli torbalara koyuyorlar. Ayşe abla müşterilerine resimli tişört hediye ediyor.
Yetti mi? Yetmedi elbet. Haftada bir gün taksiler bedava, balık bedava, hamsi tava bedava. Ayşe abla da lokantanın müşterilerini kafalamış balıkla. Parti yöneticilerinden bazıları da balığın yüzgecinin bir yerlerini kaşıdığını hissedince alttan alta gidip pis adamla görüşmüş, il başkanlığı önermişler, ama pis adam ‚Ben partilere girmem‘ demiş, reddetmiş.
Bir sabah arabayı parkettim, büroya giriyordum, o da ne? Bir yığın genç, kızlı erkekli, dükkanlara bildiri dağıtıyorlar.. Bir tane de bana verdiler. ‘Evet’ diyordu pis adam bildiride, ‘Ben at arabacısının oğluyum, kemik suyuyla büyüdüm, bakırları da melamin yaptım, bir çocuk olarak kaynanamın şeyine baktığım da doğrudur, ama bu kentte şimdi herkesinkine bakabiliyorum ve bundan hiç kimse şikayetçi değil.’
Yandık! Adam ona karşı kullandığımız silahları bize çevirdi. Kesin seçilir bu adam artık. Yapmadım deseydi biz kazanırdık. Ama adam inkar etmiyor, yaptım diyor. ‘Üstelik çalmadım, kimsenin namusuna dokunmadım, namuslu bir ailenin üyesiyim’ diyor, ki bunlar da doğru. Gitti bizim variyetin yarısı..
İddiaya giren arkadaşlar bir başka şehirde bir araya geldik. Bu adam ölmeli, dedik tüm tartışmaların sonunda. Bu adam kesin ölmeli. İçimizden biri bir kadın bulalım dedi, o öldürsün muayenehanesinde. Tecavüze kalkıştı, vurdum, desin. Aklımız yattı. Bu arkadaşa verdik görevi. Bu da gitmiş İstanbul’da bir sokak kadınıyla anlaşmış. Kadın geldi, otelde gördük. Yani insan beş sene kadınsız kalsa yine böyle birine tecavüz etmeye kalkışmaz, ama çaresiz kabullendik.
Akşama, akşama kurtulacağız bu dertten. Bizim kiralık katilin randevusu akşam saat beşte. Olayla ilişkimiz yok desinler diye gittik Ayşe ablanın lokantasına. Bir zifayet masası dizdirdik kendimize. Ayşe abla da oturdu yanımıza. Bir de ne görelim, o kadın, o allahın belası kadın iki gözü iki çeşme girmez mi kapıdan içeriye. Neyse ki bizim yanımıza oturmadı. Gitti bir masaya çöktü, ‚Rakı veeer‘ diye bağırdı garsona. Ayşe abla kalktı gitti, ‚Ne oldu kızım, neyin var‘ diye sordu o anacan sesiyle.
‚Ben adamı öldürmeye gittim be annem‘ dedi kadın. Yüreklerimiz gırtlaklarımızdan çıktı masanın üzerinde atıyor. ‚Ya öyle işte, ben adamı öldürmeye gittim, o daha yüzüme bakar bakmaz sizde sifilis var, mutlaka tedavi olmalısınız, dedi. Elini sürse soyun dese, öldüreceğim. Ben zaten ölmüşüm. Hiç değil son günlerimde biraz param olacak onu öldürünce. Ama adama bak, bu kadar bilir insan. Ben biliyordum bende firengi olduğunu, puştun birinden geçmiş bana, ama adam firengi bile demedi beni üzmemek için, sifilis dedi. Sonra da muayene etti. İlaç yazmadı, ilaçları tutuşturdu elime, gönüllü tedavi olmazsam devlete bildirmek zorunda kalacağını da söylemeyi unutmadı. Tedavi masraflarını da üstlendi. Yarın gel seni hastahaneye yatıracağım, dedi. Ne adımı, ne adresimi sordu adam. Bilmiyor ki onu öldürmeye giden bir azrailim ben. Ver be anam ver şu rakıyı..’
Tüydük. Anında tüydük hepimiz. Yine de namuslu kadınmış, ele vermedi bizi. Pis adam gerçekten tedavi ettirdi bu kadını. O da şehirde ne kadar gizli, açık orospu varsa pis adamın belediye başkanı seçilmesi için örgütledi.
Bu kadarla kalsa iyi. Bir gece yanaştım bizim karıya yatakta, ‚O adamı seçeceğinize söz ver yatalım‘ demesin mi? Ulan allahın pisine bak be, karımızın şeyine baktığı yetmiyormuş gibi bir de o şeyi bize karşı kullanıyor. Bir hafta, iki hafta.. Sonunda tamam lan, dedim karıya, ama kimseye söyleme, tamam ona vereceğim oyumu.
Seçildi elbette. Hem de herkesi şaşkınlıktan gebertecek kadar bir oyla seçildi. Meğer öteki partili erkekler de bakılmış kadınlarının baskısıyla oylarını vermişler bu pis adama. Belediye başkanı olmakla kalmadı, üstelik bizim ortağımız da oldu. Elini sürmeden yığınla para kazanıyordu adam.
Pis adam belediye başkanı olunca nasıl yaptı, nasıl becerdi bilmiyorum ama, şehrin yüzüne renk geldi birden. Üç yıl sonra da tanıyamaz olduk eski şehrimizi. Çocuk yuvası kurdu, hem de üç tane. Ev kadınları için, kadın derneği kurdurdu, kadınlar da derneğe üye olanca, laf atanın dilini kıçına soktular sokak ortasında, üstelik kahvelere, meyhanelere de girip oturmaya başladılar, sokaklara kahvelere ahlak geldi oturdu. İki tane park yaptırdı adam, havuzlu. Biri benim en pahalı arsamın üzerinde. Kapalı yüzme havuzu yaptırdı, yolları asfaltla kapattı, yanlarına çiçek ektirdi, zabıtaları bir güzel giydirdi, çöpçüler bile efendi oldu şimdi.
‚Milletvekili olacağım, iddiaya giren var mı‘ dediği gün, sağol ağam, bakılacak yerimiz kalmadı diyerek kabul etmedik iddiayı.
İşte o pis adam şimdi milletvekili adayı oldu. Sizden oy isteyen pis adam böyle biri. İster seçin, ister seçmeyin. Siz seçmeseniz de oyunu uzaydan getirir, yine milletvekili olur o adam, gözüm gibi biliyorum bunu.”
Abdulkadir Konuk
Post A Comment:
0 comments so far,add yours