Mehmet Fatih Öktülmüş; Türkiye’de 1970’lerin ikinci yarısından itibaren kitleselleşip antifaşist bir karakter edinen siyasal mücadelede yerini almış yüzlerce seçkin devrimciden biriydi. 17 Haziran 1984 yılında Ölüm Orucunda hayatını kaybettiğinde arkasında övgüyle söz edilecek zenginlikte bir yaşam bırakmıştı.
Mehmet Fatih Öktülmüş dokunduğu bütün hayatlarda ve kişilerde derin, unutulmaz izler bıraktı. Siyasal mücadelede, fabrika direnişlerinde, antifaşist eylemlerde, silahlı çatışmalarda, işkencede ve cezaevi direnişlerinde sayısız öğretici deneyimlerine sahipti. Onunla bu deneyimlerin içinde yer almış, birlikte çalışmış ya da çalışmalarına tanık olmuş birçok devrimcinin üzerinde hemfikir olduğu gibi Mehmet Fatih Öktülmüş; militan, alçakgönüllü, sempatik, karşısındakiyle sıcak ve kalıcı ilişkiler kurmasını bilen, hesapsız bir dava insanıydı.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
“Oysa toplumun politik güçlerinden önemli bir bölümü, biz istemesek de Avrupa’ya çıkmışlardı.
Bu düşünceleri faşizme karşı mücadelede arkasına bakmadan kaçan, daha ilk günlerde tek kurşun patlatmadan geri çekilip, mücadeleyi tasfiye ederek, paçasını kurtarmaya çalışan tasfiyeci parti, örgüt, kişi ve çevrelere getirdiğimiz eleştirilerden alıyordu.”Bektaş Karakaya, 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası Avrupa’da siyasi mülteci olan sosyalistlerin hikâyesini anlatıyor. Sürgünlüğün yoksunluklarını geri planda bırakan örgütsel sekterlikler ve genel olarak sol içi bağnazlıklarla hesaplaşıyor. Sadece siyasi konulara değil, hayatın her alanına etki eden bir sorun olarak...
Mülteciler arasındaki siyasi faaliyeti ve Türkiyeli sosyalist hareketlerin Avrupa’daki örgütlenme çalışmalarını da buluyoruz kitapta. Her şeye rağmen, her şartta, bulunduğu her yerde bir şeyler yapmaya çalışma iradesinin bir örneğini görüyoruz. Sadece Türkiyeli göçmenler arası etkinlikleri değil, ekonomik küreselleşme karşıtı harekete ve Venezuela’ya dair canlı deneyimlerini, izlenimlerini de aktarıyor Karakaya.
Onların derli toplu bir hale getirilip yeniden örgütlendirilmesi önemli bir görevdi. Ama o böyle bakmayıp, yurtdışında bulunan herkesi ‘mücadele kaçkını, korkaklar, yılgın ve yorgunlar, mülteciler’ şeklinde eleştiriyor, düpedüz aşağılıyordu. (...)
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
“Devrim” yılları. Varoluşunu, öngördüğü gelecek tahayyülüyle gerçekleştiren, mevcudiyetini “yaşanacak güzel bir dünya” ihtimaline feda etmiş bir kuşağın hikâyesi. Sol muhalefetin devrim yürüyüşü, kitlelerin bir araya gelişi, Türkiye’nin kırılmanın eşiğinde dolaştığı karışıklık yılları…
12 Eylül 1980. Yakın dönem Türkiye tarihinin her köşesinde izleri bulunan, yaşamı değiştiren, adamakıllı bir kuşağı deyim yerindeyse bertaraf eden “kötü zamanların” başlangıç tarihi. Bir hayalin sekteye uğrayışı, yeni bir dönemin başlangıcı…
Cezaevleri. Her biri kendi karanlık suretini oluşturmuş işkencehanelerin, zulmün, katıksız şiddetin kaleleri. Ve direniş tabii, zalime itiraz adına canını ortaya koymuş, direniş uğruna “ölüme yatmış” vücutların ağırbaşlı ve dik duruşu…
12 Eylül dönemi ile ilgili çok sayıda anı yayımlandı ancak elinizdeki kitabı diğerlerinden ayıran, yazarın kimliği ve yaşadığı benzersiz olaylar. Bugün varoş dediğimiz çevrelerden gelip 12 Eylül öncesinin ses getiren örgütlerinden birinin yöneticisi olmuş ve anılarını kaleme almış az sayıdaki yazarlardan biri ile karşı karşıyayız. Ölüm Bizim İçin Değil, 1970’li yılların sonunda, tabandan başladığı politik yaşamında sayısız badireler atlatmış Ufuk Bektaş Karakaya’nın hikâyesi. Aynı zamanda ölüme bir gün kalana kadar yaşanmış bir ölüm orucu deneyiminin ilk kez birinci ağızdan yazılmış bütünlüklü bir anlatısı.
Share To:

ozgurhabernet

Post A Comment:

0 comments so far,add yours