Ateşler içinde yanıyordum. Dumanım tepemden değil bedenimin her yanından tütüyordu. Derimden süzülen sıvı, ter değil, kaynar suydu. İnsan bedeninin 41 derece ateşten sonra iflas ettiğini bir kaç kez okuduğumdan, içinden hortumlanmış, batık bir şirket gibi hissetmeye başlamıştım kendimi. Gözlerimi toz içindeki tavana dikmiş, öylece bakıyordum ve ansızın bir ses duydum. Kalın değildi ses, ince de değildi. Bas, bariton, soprano olmadığı gibi alto, kontraalto, mezosoprano da değildi. Sesin kimliği yoktu ve durmadan bana; “Ne bu dünyanın hali böyle? Bombayı kapan ötekine atıyor. Neden öyle ölü gibi yatıyorsun? Sokağa çık, insanları barışa, kardeşliğe çağır” diyordu.
Bakışlarımı tozlu tavandan ayırıp odanın içinde her yere baktım, kimse yoktu. Duyduğum ses yüksek ateşten kaynaklanan bir halüsinasyonun başlangıcı her halde diye düşünürken aynı ses üstüste iki kez “Kafanı başka şeylerle meşgul etme ve dinle” diye çınladı kulaklarımda.
Çocukluğumdan beri pek akıllı biri olmadığım halde; “Bir bu eksikti, deliriyorum galiba” diye düşünmeye başladım. “Düşünme” dedi ses, “Dinle!”
Bu güne kadar başıma ne geldiyse düşünmekten gelmişti ve yine bir bela ile karşı karşıyaydım. Hayalet, vampir, hortlak filimlerini gecenin en geç saatlerinde bile seyretmekten müthiş bir zevk alsam da, bu özelliğimden dolayı sevgililerim kısa sürede kaçsa da, ne yalan söyleyeyim bu sesten korkmaya başlamıştım. “Tamam” diye inledim, “Düşünmüyorum, dinliyorum!”
“Sen seçildin” dedi ses, “Seni seçtik!”
Seçildim mi? Bu yaşıma kadar hiç kimse tarafından hiç bir yere seçilmemiştim. Ama hayır, ilkokulun  5. Sınıfındayken öğretmen beni sınıf gözetmeni seçmişti. Bu göreve getirildikten sonra her gün dayak yer olmuştum. Çünkü öğretmen beni bu göreve seçerken sınıfta tam anlamıyla jandarma olmamı, yaramazlık yapan arkadaşlarımı ihbar etmemi, ajanlık yapmamı istemişti. Tahtaya kimsenin adını “Yaramazlık yaptı” diye yazmadığım için öğretmen kimseyi dövemiyor, böylece dayak atma ihtiyacını karşılayamıyor, dayak atamayınca rahatlayamıyor, sonuçta bana yöneliyordu ve tüm dayakları arkadaşlarımın adına ben yiyordum, onlar da kıs kıs gülüyorlardı. Bu seçilmenin dışında tüm yaşamımda hiç bir seçime katılmamış, hiç kimseyi seçmemiştim. Bir kez, bütün riskleri göze alıp, sahte kimlikle oy kullanmıştım, o da Kenan Evren’in anayasasına “Hayır” oyuydu. 
Ama işe bakın, ben ateşler içinde yanarken yüzü,bedeni olmayan bir ses gelmiş bana “Seçildin” diyordu. Bir yerlere başkan mı, şef mi olmuştum acaba? Eğer öyleyse bundan sonra hiç çalışmadan, elimi sıcağa, soğuğa değdirmeden, yeniden seçilmeme gerek kalmadan paşalar gibi yaşayacaktım.
“Söyler misiniz, nereye seçildim” diye sordum merakla.
“Bizim emirlerimizi insanlara ulaştırmakla görevlendirildin” dedi ses.
“Ne emri, siz kimsiniz, neden ben” diye korkuyla sordum.
Musa da Tur Dağı’na çıktığında tanrı onu “Ayakkabılarını çıkar ulan saygısız, kutsal topraklardasın” diye azarlamış, sonra da “Seçildin” demişti.  Zavallı koyun çobanı Musa; “Ama neden ben” diye bağırmış, “Bu hergeleler beni kıtır kıtır keser, öldürürler” diyerek ağlamaya başlamıştı. Tanrı yine de onun yakasını bırakmamış, “On Emir”i zorla eline tutuşturup, vahşi kalabalığın içine göndermişti. Kalabalık ona; “Sen boş ver bunları da bize soğan, sarımsak, turşu getir” demişlerdi ve bu olay sonradan Muhammed’in Kuranında aynen böyle yer almıştı. Sahi, Muhammed’e de böyle olmuştu değil mi? Ne zaman ateşler içinde kalsa, ne zaman sara nöbeti tutsa bir ses gelip ondan bir şeyler yapmasını, insanlara bir şeyler söylemesini istiyordu. Muhammed böyle anlarda eşine “Üstümü ört Hatice, kötü olacak netice” dese de sesten kurtulamıyordu. Şimdi de ses bana musallat olmuştu. Ama neden ben? Yerinden kalkamayan, kendi ateşinde Kerem gibi yanan zayıf, güçsüz biriydim ben.
“Biz istediğimizi seçeriz. Seçildin ve bu görevi yapmak zorundasın” dedi ses, düşüncelerimi  okumuş gibi.
Gönüllü ölümlere gittiğim halde kendimi bildim bileli bir işi zorla yapmaktan hep nefret etmişimdir. Bu “Zor” sözcüğünü duyunca, alev alev yanmama ve o anda değil kavga etmek, birine bağıracak gücüm bile olmamasına karşın; “Bak arkadaş” diye diklendim; “Eğer bir işi bana zorla yaptırmaya kalkarsanız havanızı alırsınız. Şimdiye kadar seçtikleriniz ne halt etti de ben edeceğim?”
“Öncekiler bizim isteklerimizi tam gerçekleştiremediler. Şimdi doğruyu seçtik” dedi ses.
“Benim de ötekiler gibi yapmayacağımı nereden biliyorsunuz?”
“Yapmayacaksın!”
“Ya yaparsam, ya rabbena hep bana dersem” diye diklendim. Sese bakın sese, biz kırk bir derece ateş içinde kıvranıyoruz, o gelmiş “Kalk, bedavadan, ücretsiz, aylıksız, sağlık sigortası, emeklilik hakkı bile olmadan bizim için çalış” diye buyuruyor.
“Eğer sen de kendi çıkarlarını düşünürsen belanı bulacaksın” dedi ses.
Bir de tehdit..Demirden korksaydık trene binmezdik aslanım. Kimin oğluyuz biz? “Bu güne kadar kendi çıkarlarımı hiç düşünmediğim halde yeterince belamı bulmuştum zaten.  Bundan sonra bulsam ne yazar” diye bağırdım ve hemen ekledim: “Peşin söyleyeyim; bu işi yapacaksam-ki önce ikna edilmem gerekir- bedava yaralı parmağınıza bile işemem, haberiniz olsun. Hem ille de insanlara yeniden bir şeyler söylemek istiyorsanız gönderin İsa’yı, Muhammed’i buraya. İkisinin de dünyada yeteri kadar tezahürat yapan taraftarı var. Oturup anlaşsınlar, tüm sorunlar çözümlensin, ben de bu işe bulaşmamış olurum!”
“Karıştırma İsa’yı, Muhammed’i. Her şeyi sen çözeceksin şimdi” diye çıkıştı ses.
“Nasıl yapacak mışım bunu sayın ses?”
“Sokağa çıkıp, insanlara barış içinde, kardeş kardeş yaşamalarını söyleyeceksin!”
Gülerek dedim ki; “Bu kadarcık mı? Ve onlar beni dinleyecekler öyle mi? Bu güne kadar ömrümün üçte ikisini insanlara eşitlik, kardeşlik, barış içinde birlikte yaşama nutukları atarak geçirdim. Bu uğurda verdim neyim var neyim yoksa. Gördüğünüz gibi şu anda yalnızım ve ateşimi söndürecek bir yudum su, bir buzlu ayran, şöyle limonlu, sarımsaklı bir işkembe çorbası veren bile yok. Ayrıca yapmamı istediğiniz bu işten çıkarım ne?”
“Seni cennete alacağız!”
“Geçelim o cenneti. Bunun pazarlığını öte tarafa geldiğimde yaparız. Şimdiye kadar geçemediğimiz sınır çıkmadı daha. Ayrıca sizin globalleşmeden falan da haberiniz yok galiba. Yakında cennetle cehennem arasındaki sınırların kalkmayacağını nereden biliyorsunuz? Ama Hawai’de şöyle gösterişli bir yalı, bir de yat alırsanız, bankaya iki milyar Euro yatırırsanız, cebime de dünyanın her yanında geçerli bir pasaport koyarsanız hatırınız için belki bir şeyler yaparım.”
“Görevini hakkıyla yaparsan bunlara ulaşabilirsin” dedi ses, ama inanamadım bu sözlere.  “Ciddi misin” dedim saf saf!”
“Ciddiyim!”
“Peki ne zaman başlayabilirim bu işe?”
“Hemen, şimdi! Önce ne yapacağını biliyor musun?”
Beynim birden iyi ayarlanmış bir saat gibi çalışmaya başladı. Gözlerim açıktı, ama hiç bir şey görmüyordum. Yataktaydım, ama bedenim hiç bir yere dokunmuyordu. Sözcükleri ben söylemiyordum, birisi söyletiyordu bana. Konuşmaya başladım:
“Önce bütün yüksek binaları 7 katlı yaptıracağım. Biliyorsun Usame yüksek yerleri pek sevmiyor. Adam yeraltında yaşaya yaşaya gökdelen düşmanı kesildi. Bush da yeraltını değil, yeraltından çıkanı seviyor. Petrol hayranlığı buradan kaynaklanıyor. Petrol ne kadar yükseğe fışkırırsa Bush da herkese oradan bakmaya çalışıyor. Onun için işe başlar başlamaz onları eşit bir yükseklikte, yani 7. katta sorunu konuşmaya çağıracağım. Hem bildiğiniz gibi kötülerin sizler tarafından konulduğu yer, yani cehennem de 7  kattan oluşuyormuş. Gök 7 katmış, yerin 7 kat dibi varmış. Tanrı herşeyi  7 günde yaratmış. Nuh tufanı 7 gün sürmüş. Tanrı dünyayı 7 kez yerle bir etmiş, yeniden kurmuş. Ben de işe başlar başlamaz hemen bir ilan hazırlayıp tüm gazetelere, internet sayfalarına  vereceğim ve bundan sonra insanların her şeyi 7 kez yapmalarının tanrı emri olduğunu açıklayacağım.”
Sesten ses çıkmadı.  Ateşim giderek artıyordu ve artık sınırı geçtiğimi biliyordum. Patlamaya hazır bir yanardağ gibi enerji doluydum.Üzerimde bulunan atleti, külotu attım, bilgisayarın başına geçip hızla yazmaya başladım.
“Kiralık apartman daireleri.. Görünen ve görünmeyen dünyanın en mutena semtinde, sonsuz kapasiteli, kiralık 7 katlı apartman.. Cennete giden yolun kesinlikle buradan geçtiğini kıvançla açıklıyoruz. Burada tütsülenerek bütün günahlardan, kirlerden arınıp, yolculuğunuza devam edebileceksiniz! Dünyanın gelmiş geçmiş, gelecek ve geçecek tüm ünlü kişileriyle birlikte olmak istiyorsanız bu fırsatı kaçırmayın. Binalarımızda elektrik, su, ısınma, ulaşım parası yoktur. Günü geldiğinde katlar arasında yapılacak taşınma masrafları tarafımızdan ödenir.
Başvurularınızı yeryüzü temsilcimize günün her saatinde yapabilirsiniz. Başvuru sırasında nüfus kağıdı sureti, ikametgah ilmuhaberi, sabıka kaydı, diploma, öğrenim belgesi, evlenme cüzdanı ve vesikalık fotoğraf zorunlu değildir.
Apartmanımızın giriş katı genel olarak “Cehennem” diye adlandırılır. Yani; “Gül, bülbül, yasemin apartmanı” gibi bir şey. Buraya kiracı olmak isteyenlerin tanrıyı tanımış olmaları ve Muhammed’i de peygamber olarak kabul ettikleri halde günah işlemiş bulunmaları gerekmektedir. Çocuklu ya da çocuksuz olmaları önemli değildir. Ayrıca isteyen istediği  hayvanı da beraberinde getirebilir.
2. Katın adı; “Leza”dır. Bu katta lezzetten anlamayan, gün boyu önlerine ne gelirse tıkananlar kalabilir. Kiracılarda aranacak özellik; göbekli olmaktır. Özellikle belirtmek zorundayız; bu katta tuvalet yoktur.
3. Katımız; “Hutame”dir.  Hutbeciler ve politikacılar için özel olarak hazırlanmıştır. Bu kata talip olanların ne söyledikleri değil, ne kadar söyledikleri önemlidir.
Katımız; “Cahim”dir. Cahillere ayrılmıştır. Bunlarda hiç bir özellik aranmamaktadır. Bu katta ilkemiz; “Delidir, ne yapsa yeridir” şeklindedir.
5.Katımız; “Sakar”dır. Her şeyi kırıp dökenlere, saçıp savuranlara ayrılmış özel bir kattır.
Katımız “Sair”dir. Dünyada hiç bir boka yaramayan, hiç bir etiketi bulunmayan ve hep “Öteki” diye adlandırılanlar burada kalacaklardır.
ve son katımız ise “Haviye”dir. Burada özel görevliler, ajanlar, hafiyeler, polis memurları ve sevgililerini aldatanlar kalacaklardır.”
İlanın altına kendi adresimi yazdıktan sonra baskı makinasında yeterince çoğalttım, çırılçıplak fırladım sokağa. İnsanlar yine yönlerini kaybetmiş gibi darmadağınık, durmadan yürüyor, her fırsatta birbirlerini dişliyorlardı. İlanı önüme çıkan insanların ellerine tutuşturmaya başladım. Bu işi yaparken bir yandan da bağırıyordum:
“Soyunun ey insanlar! Giyinmek, bedeni, başı örtmek tanrının emrine karşı çıkmak demektir. Açık olun ey insanlar! Gösterebileceğiniz neyiniz varsa; büyüklüğüne, küçüklüğüne, darlığına genişliğine bakmadan göstermekten çekinmeyin!
İnsanı yaratırken çıplak yarattığını söyleyen tanrının kendisi değil mi ey insanlar? Kim çıkardı giysileri sonradan? Yok türbanmış, yok burkaymış, fesmiş, sarıkmış, pelerin, entariymiş..İnsan dünyaya gelirken çıplak geliyor, giderken yine çıplak gidiyor ey insanlar! İnsan çıplak çıkıyor tanrının huzuruna. Tanrıdan utanmıyorsunuz da birbirinizden neden utanıyorsunuz? Açılın, açık olun! Ayrıca cennette ve cehennemde insanların herhangi bir giyime gerek duymadıklarını bildiren de tanrının kendisidir. Adem’le  Havva elma mıdır, buğday mıdır, her ne haltsa onu yedikleri zaman çıplaktılar, tanrı büyüklük gösterip onları affetseydi şimdi böyle ipten çaputtan sorunlarla karşılaşmayacaktık. Tanrının bu küçük kusurunu affetmeyin ey insanlar. Soyunun, direnin tüm çıplaklığınızla, aslınıza dönün!
Sadece elmayı, buğdayı değil, yiyin birbirinizi ey insanlar! Kırın, dökün, dağıtın önünüze ne gelirse! Burada ne yaparsanız yapın, sonunda benim apartmana kiracı olmaktan kurtulamayacaksınız. Bilin bunu, öyle yaşayın! Vurun ulan, daha sert vurun birbirinize! Korkmayın! Öldürün birbirinizi! Öldürmek için yeni yöntemler geliştirin, zevk alın öldürmekten. Elinizdeki bombalar ilkel, daha akıllılarını geliştirin. Parçalayın, dağıtın kurulu olan her şeyi! Yakın otomobilleri, tutuşturun binaları! Geçirin dişlerinizi birbirinizin etine, olmadı kebap yapın etlerinizden. Yatın, sevişin, üreyin! Kendi ürettiklerinizi tutuklayın, hapsedin, işkencelerden geçirin! Tapınaklar kurun kendinize, tapınakları yakın! Bu tanrılar yetmez ise size, yenilerini bulun önünde eğilecek. Yalvarın, ağlayın, saçlarınızı yolun, yüzünüzü tırnaklayın! Bağırın, gülün, türkü söyleyin! Gülmeyi yasaklayın kendinize, ağlama duvarlarınız olsun bir yerlerde hazırda. Tükürün o duvarlara! Sövün, homurdanın, ağzınızdan bir tek yumuşak söz  çıkmasın sakın! Toplu halde intihar edin, tek tek öldürmekle bitmez soyunuz, hep birlikte ölümlerden ölüm beğenin!”
Soğuk, buz gibi soğuk beton zeminde gözlerimi açtığım saman bir ses “Neden böyle yaptınız” diye sordu.
“Seçildim” diye mırıldandım. “Öteki seçilenlerden daha farklı bir şeyler yapmam istendi benden. Ama ne yapabilirdim? Yapacak hiç bir şey bırakmamışlardı bana.”
Benimle konuşan beyaz gömlekli kadın yanımdan ayrıldıktan sonra bir yığın çıplak insan çevremi sardı ve “Sen seçildin, hizmetindeyiz” diye bağırdılar.
Kuşlar kadar hafiftim. Her an uçuşa geçebilirdim. Hawai’de beni yalım ve yatım bekliyordu. Ateşim düşmüştü. Yaşamımda hiç bu kadar mutlu olmamıştım. Çevremi saran insanlara “Yatın ulan” diye bağırdım. “Ben özel görüşme için 8.Kata kadar gidip, geleceğim..”
Abdulkadir Konuk
Share To:

ozgurhabernet

Post A Comment:

0 comments so far,add yours