Falcılık kolay iş değil. Geçenlerde Şeyma diye birinin falına baktım, o da benim falıma bakmaya kalkıştı ve aynen şunları yazdı: “Yanlış anlamışsınız. Köylü değilim, Afyon merkezdenim. Liseyi okudum tabii de ne yani? Büyük şehir başkadır. Siz hangi dizide; İstanbul'u bırakın, İzmir, Ankara dışında bir yer gördünüz? Kıçımı kırıp evde oturmayacağım. Evlenip çoluk çocuğa karışmayacağım. Ben İstanbul’a gidip iş bulacağım. Hayatımı yaşayacağım. Annem gibi olmayacağım. Bildiğiniz tek şey boynuna sarılsam babamın deprem olduğunu sanmasıdır. Artist olmak derdinde değilim. Siz İstanbullular bütün taşralıları salak mı sanıyosunuz? Ne yapabilirim, nasıl yaşayabilirim tek sorunum buydu. Teşekkür etmeyeceğim. Hala ne yapacağımı bilmiyorum. Tembel de değilim. ÖSS’yi kazanamadım ama çalışkandım ben. Okulumun 4.süyüm. Şimdi ne diyeceksiniz? Sevmeyeceğim işte. Ne derseniz deyin. Ailemi, durumumu, koşullarımı sevmeyeceğim. Şeyma.“ Sevgili Şeyma; Neuzubillah, estağfurullah, fesuphanallah, kız anam ters yanından mı kalktın sen, niye kızıyorsun Şeyma? Sen doktora gidince, o da sana “Senin derdin karnında değil beyninde” deyince de mi böyle kızıyorsun? Ayıp ayıp, hiç yakıştıramadım sana ayol. Bu şiddet ve celalden sonra senin “1,65 boylarında, durmadan Afyon kaymağı yemekten hafif tombullaşmış, kızdığı zaman ayağını yere vuran, aslında güzel ama güzelliğini nemrutluğuyla gölgeleyen” biri olduğunu anlamış bulunuyorum. Sen “Şehirlerden korkuyorum” deyince ben seni köylü zannettiysem kusur kimin? Afyon şehir değil mi? Hem de fıstıklı, kaymaklı, şekerli bir şehir. Sadece biraz denizden içerilere kaçmış o kadar. “Kıçımı kırıp evde oturmayacağım” diyorsun, oturma, hatta istersen nışadır sürülmüş gibi dolan? Ben otur derken her şeye katlan anlamında söylemedim. Ne ahlakçıyım, ne gelenekçi. Gitmek istiyorsan önce bunun koşullarını oluştur. O zaman gideceğin yerlerde leylek gibi tek ayak üstüne durmazsın, iki ayağın yere basar diye öyle söylediydim. Evden çıkabilmen için önce para biriktirmen gerekir değil mi? Her halde annenin-babanın karşısına dikilip, “Bana para verin, sizi terk edeceğim” demeyi düşünmüyorsun. Sen sen ol sakın borç alıp yollara düşme, sonra çok pişman olursun. Gidersen de dönersen de kendi paranla yap bunları, başa kakan bulunmaz. Kim sana evlen çoluk çocuğa karış dedi a güzel kızım? Üstelik ben evlilikten yana değil, insan gibi birlikte yaşamaktan yanayım. Ama henüz böyle birini ne yazık ki bulabilmiş değilim. En feministleri bile yanaşmadı buna, hepsinin gözünü para bürümüş. “İstanbul’a gidip iş bulacağım” diyorsun. Gel bul. İstanbul’un tapusu benim değil. Hatta becerebilirsen iyisinden bir tane iş de bana bul, sevap kazanırsın. “Hayatımı yaşayacağım” diyorsun, şimdiye kadar yaşadığın kimin hayatıydı sanıyorsun? Hayatı yaşamak sözünden ne anlıyorsun? “Şimdi ne diyeceksiniz? Sevmeyeceğim işte. Ne derseniz deyin. Ailemi, durumumu, koşullarımı sevmeyeceğim” diyor, isyanları oynuyorsun. Behey insafsız, nankör, sana liseyi okutan, üniversite sınavlarına girmene olanak sağlayanlar kimlerdi? Kazansaydın seni göndermeyecekler miydi? Tamam, o rezil seçme sınavı sistemi yüzünden kazanamamışsın, yeniden deneyemez misin? O zaman annen baban seni bindirmezler mi otobüslere? Yok, her yolu denedin, başka çıkar yolun kalmadı, onlar bunu asla yapmazlar diyorsan ben de sana önce “Yükü yükledim kediye, yare yolladım hediye” türküsünü öğren, kuşan silahlarını, sıkı giyin, tüm köprüleri yak, sadece ileriye bak ve sürüneceksen sürün ama ardından kapattığın kapıları amacına ulaşıncaya kadar bir daha asla açma diyorum ve “Ne yapabilirim, nasıl yaşayabilirim” sorularının yanıtlarını aşağıya yazıyorum. Öncelikle kendine güven! “Başın yere eğilmesin”, adımlarını sert at, arkana bakma, atılacağın serüvende hem kaptan hem miço olacağını da sakın unutma! Başarırsan hayranın, başaramazsan yerenin çok olur. İstanbul’a geliş için yol paranı, ev bulabilirsen en az dört aylık kira bedelini, ev bulamazsan en az altı aylık otel paranı denkleştirdin (Ne olur ne olur diyerek paranın bir kısmını dönüş için gömleğinin içine dik) hanım hanımcık giyindin, İstanbul’a geldin mi şunlara dikkat et: Otobüsten inince yüz yıllık İstanbullu gibi davran, ağzı açık ayran delisi gibi bakma çevrene, alttan bak. Gördüğün her yenilik karşısında “Anaaa” diye bağırma. Deniz kenarında seni görüp suya atlayan her yaratığı tavşan zannetme, onlar kentin asıl yerlisi cardınlardır. Denizin üstünde uçuşan beyaz kuşları güvercin sanma, onlar martılardır ama hiç biri Jonathan değildir. Bindiğin her otobüs aradığın adrese gitmeyebilir, şaşırma, başkasına bin. Paran varken otobüslere binme, insan yürürken daha çabuk iş bulabilir. Paran bitince kaçak yolculuk alıştırmaları yap. Yakalanırsan dilsizleri oyna. Otogarlardan uzak dur, Kadıköy yerine insanı İslam Köy’e gönderebilirler. Kimseden yardım isteme, hele de “Yardım edeyim mi abla” diyenlere asla pas verme. Gözünü seveyim, kurbanların olayım, “İnsanlık öldü mü, bizde bir iki gece kalabilirsin” diyen heriflerden hiç birine aldanma. İş ararken ona ne kadar ihtiyacın olduğunu gösterme, önerilen ücreti hemen kabul etme, ucuza kapatırlar. İş bulmadan önce mutlaka kendine bir odalı da olsa ev bul. Ne iş yaparsınız sorusuna “Her işi yaparım” yanıtını verme, öyleleri zibil gibi buralarda. En iyisi Afyon’dan çıkmadan önce berber, kuaför, terzi, kunduracı, simitçi, hamurkar ve hatta temizlikçi sertifikaları edinmeye çalış, tombalacılığı, cepli torba taşımayı öğren, yararlı olur. Bir iş bulduğunda mutlaka yazılı anlaşma yap, unutma. İş bulduğunda küçük büyük diye düşünme, birine gir, sonra ötekini bulur atlarsın. Çevrende hızlı hızlı hareket eden, hatta koşan insanların hepsinin çalışan insanlar olduğunu, işe geç kalmış olabileceklerini düşünme, onlar aylardır arayıp da bulamadıkları işlerin önlerinde kaçtıklarını düşünen garibanlardır. Ev bulamadın, iş bulamadın, telaşlanma, sakin ol. Yanında her zaman bir battaniye, bir havlu taşımayı sakın unutma. Geceleri parklar soğuk oluyor. Ayrıca buralar tehlikelidir. Evsiz kaldığın durumlarda gecelemen için yatırları, ziyaretgahları, kentin varoşlarındaki mezarlıkları öneririm. Ben köprü altına taşınmadan önce yıllarca Neyzen ağabeyimin mezarının yanında yatmıştım, acayip neşeliydi. Çok dara düşersen köprü altına gel, birlikte sabahlar, “Haliçte deli dalgalar/Gelir dubaları yalar/Beni bu sesler oyalar/Aldırma gönül aldırma” şarkısını söyleriz. Bütün bu aşamalardan geçtikten sonra başarabilmişsen, geriye yaşayabilecek bir hayatın kalmışsa doya doya yaşamanı dilerim.“
A. KADİR KONUK
Share To:

ozgurhabernet

Post A Comment:

0 comments so far,add yours