“Tez: Alkoliklere dokunmayın, onlar ayıklardan daha doğru sözler söyleyebiliyorlar. En azından ayıkların yapamadıkları bir işi yapabiliyor, diktatörlere ağız dolusu sövmeyi becerebiliyorlar! ” Adam evden çıktı. Adamın evden çıktığı saatte gökyüzü bulutsuz, güneş yakıcıydı. Mahallenin alkolikleri çocuk parkının duvarına tünemiş, güneşin altında sabahın erken mesaisine başlamışlardı. İçtikleri ya bira ya da ucuz şaraptı. Adam onları yıllardır tanıyordu. Kendilerinden başka kimseye bir zararları yoktu. İçlerinden biri eski bir opera sanatçısıydı. Arada bir o gür sesiyle gerçekten güzel aryalar okuyordu. Bir başkası hukuk fakültesini bitirmiş, birkaç yıl savcı olarak çalışmış, sonra sokaklarda yaşamaya başlamıştı. Adam ona “Neden” diye sorunca da “Devleti savunmaktan ve devlet adına yalan söylemekten, insanlara ceza istemekten bıktım” demişti. Bir başkası yaşamında hiç çalışmamış olmakla övünüyor, “Atalarım-dedelerim, babam ve annem yeterince çalıştılar bu devlete, devletin işi ne baksın bana” diyordu. Adam onlara “Günaydın” dedikten sonra “Çok param olsa” diye düşündü. “Çok param olsa, büyük bir bahçesi olan çok katlı bir bina satın alsam, odalarına yataklar koysam, şu insanlar gelip orada içseler biralarını-şaraplarını. Sokaklarda sürünmeseler..” Adam, çok parası olmamasına sinirlenerek hızla yürüdü. Gazete satıcısının büfesinin önünde birkaç gazeteye baktı. Gazete satıcısı her gün sorduğu soruyla karşıladı onu: “Gazetelerde ne var abi?” Adam o güne kadar hemen her gün aynı soruyu soran gazete satıcısına “Niye sattığın gazeteleri bir kez olsun okumuyorsun ulan” dememişti, yine demedi. Ama gazete satıcısı inatçıydı, sorusuna “Ne olacak bu memleketin hali abi” sorusunu ekleyince Adam sadece gülümsedi. Gazetelerini alıp her gün gittiği kahvehaneye girdi. Garson kızlardan biri hiç sormadan kahvesini getirdi ve gülümseyerek “Günaydın” dedi. Üniversitede, gazetecilik bölümünde okuyordu bu genç kız ve okul giderlerini karşılayabilmek için de boş zamanlarında kahvehanede garsonluk yapıyordu. Adam “Çok param olsa” diye düşündü yine. “Çok param olsa, bu gazete denilen paçavraları bir daha okumasam, bir gazete çıkarsam, faşistler ve dinciler hariç herkesin düşüncesini rahatlıkla yazabileceği, tartışabileceği bir gazete olsa o gazete. Değişik düşüncede olan insanlar bir çatı altında birleşebilseler, hiç değil her gün selamlaşıp, konuşabilseler, gazetenin yemekhanesinde birlikte aynı yemekleri yeseler.. Bu kızcağız da hem okusa hem de o gazetede çalışarak mesleğini pratikte öğrenebilse ve o gazete gerçekten sadece gazetecilikle uğraşsa, devletin, iktidarın tüm pisliğini, hırsızlığını, yolsuzluğunu açıkça, belgeleriyle yazabilse..” Adam kahvehaneden çıktı, gazeteleri bir çöp bidonuna attı, sokakta yeni açılan lokantaya girdi. Lokantanın adı “Helal Et Lokantası”ydı ve Adam ne zaman bu yazıyı okusa “Demek öteki lokantacıların hepsi haram et satıyorlar” diye düşünüyor, gülümsüyordu. O lokantaya gitmesinin nedeni etin helalini yemek değil, işkembe çorbası içebilmekti. Her lokantada işkembe çorbası bulmak olanaklı değildi. Çorbasını söylerken aklına yine alkolikler geldi. “Çok param olsa” diye düşündü yeniden, “Çok param olsa, gazete binasının yanına yapsam o yoksullar evini. O alkolikler de gazetede yapacak ufak tefek işler bulur, oyalanırlar. Çok param olacağı için, çalışmasalar bile hepsine normal bir maaş da verebilirim. Hayır, içkilerine asla karışmam. Paraları olunca hiç değil kaliteli içkiler içebilirler.” Adam yoğurtlu-unlu suyu bol, işkembesi kıtlıkta kalmış çorbasını içti, çorbanın parasını ödeyip “Bir kilo işkembe kaç lira, bir kilo işkembeden kaç çorba çıkar, çorbaların içine biraz daha fazla işkembe koyarsanız dünya mı batar” diye homurdanarak çıktı lokantadan. Eve giderken çocuk parkının önünde durdu bir süre. Bakımsızdı park. Sanki iş olsun diye kurulmuştu oraya. Adam, zincirleri kopuk salıncaklara bakarak; “Çok param olsa” diye düşündü, “Çok param olsa, gazete binasının yanına kocaman bir kreş açsam, bir de Fantaziler Ülkesi denilebilecek çocuk parkı. Çocuklar oraya sadece oynamaya gelmeseler, ağaçlar, çiçekler dikseler oraya, o ağaçlara, çiçeklere kendi isimlerini verebilseler, parkı sahiplenseler, büyüyüp evlenince de kendi çocuklarını oraya getirebilseler.. Çocuklara öğretmenler tutsam, oynarken öğrenmeyi öğretseler onlara. Ne güzel olur be, bir yanda gerçekleri yazan gazete, öte yanda yoksullar evi, kreş, çocuk parkı.. Param olsa cıvıl cıvıl olurdu yaşam.” Adam kapısında “Sanatçılar Derneği” yazılı Türk kahvehanesine girdi. Burada “Sanat” adı altında yığınla başka işler yapılıyordu ve sanat o kahvehanenin semtine bile uğramamıştı. İçerideki insanların bir çoğu 30-40 yıldır Almanya’da yaşıyorlardı ve Almanca bilmiyorlardı. Masaların birinde kağıt oynayanlardan biri durmadan küfrediyordu. Masaya, kağıda, şekere çaya, garsona, oyun arkadaşlarına.. Arada bir de “Ulan hepiniz bana düşmansınız be” diye bağırıyordu. Oyunu kaybettiği belliydi. Adam bir çay bile içmeden terketti kahvehaneyi ve evine doğru yürüdü. Evde ceketini çıkarırken cebindeki paraları saydı. Yarın gazete alırsa çorba içemeyecek, çorba içerse gazete alamayacaktı. Ama içinden “Çok param olsa, her gün gazete alabilsem, çorba içebilsem” diye bir düşünce geçmedi. Televizyonda Afrikalı aç çocukları gösteren bir program vardı." A. KADİR KONUK
Share To:

ozgurhabernet

Post A Comment:

0 comments so far,add yours