“Soğan ektiğiniz tarladan hıyar beklemeyin, sizi başbakan sanırlar.”
Yüce kamunun bildiği gibi, atasözleri günün gereksinimlerine göre üretilmiş, bir başka deyimle türetilmişlerdir. Bu nedenle, “Atasının sözüne kulak asmayanı ‘babalar’ götürür!”
“Ammenin (kamunun) bildiğini ulema bilemez!”
Ne demiş amme: “Bekarlık sultanlıktır!”
Ne demiş ulema: “Nikahta keramet vardır!”
Yani, “At imzayı, ne çıkarsa bahtına!”
Günümüzün en önemli sorunlarından olan ve bir çeşit “Toplumsal intihar” sayılan evliliklerde atasözlerine mutlak ve mut¬lak kulak verilmelidir. “Anasına bak kızını al, duvarına bak sa¬zını al” sözü bu konuda rehberdir.
Bir kişinin sazını çiçekle, pastayla, lokanta davetleri, pahalı he¬diyelerle akortlayıp çalmadan önce, o sazın asılı olduğu du¬vara ve o duvarda sazın duruşuna bakmak gerekir. Duvar eğri büğrü ve nemliyse o sazı ele almanın hiçbir yararı yoktur. Çün¬kü nem sazı yumuşatır, eğri duvarın biçimine sokar, sesler de nezleli burun sesi gibi çıkar o sazdan. Görüldüğü gibi “Saz ve duvar” birbirleriyle direk ilişki içindedirler. Tıpkı “Ana-kız”da olduğu gibi.
Erkek egemen ammemiz, “Babasına bak oğlunu al” şeklinde erkek egemen bir atasözü ne yazık ki türetememiştir. Çünkü ve genellikle kızlar ondokuzuna varmadan babalar sizlere ömür olmaktadırlar ve kızların “Babasına bak oğlunu al” sözünü kullanmaları olanaksızdır. Bu nedenle biz evlenecek kişinin erkek olduğunu varsayarak teorimizi genişletebiliriz. Çünkü erkekler evlenir, kadınlar evlendirilirler.
Diyelim yaşınız kemale ermiş, askerliği yapmışsınız, iyi kötü bir de iş tutmuşsunuz, yalnızlık deve dikenlerini batırmakta her yanınıza, karabasanların hışmına uğradığınız yalnız gecelerinizin birinin sonunda iyice salaklaşıp, “Bu eve bir bülbül gerek” diyerek evlenmeye karar verdiniz. Ve yine diyelim siz, “Ben kalender meşrebim, güzel çirkin aramam / Gönlüme bir eğlence isterim olsun” diyen emansipe olmuş tiplerdensiniz ve sokağa çıkar çıkmaz, karşılaştığınız ilk kadına, “Benimle evlenip, evimin bülbülü olur musunuz” dediniz.
Ve yine diyelim bu sözü söylediğiniz kişi sizin gibi emansipe olmuş, yeni dünya düzeninden, Büyük Ortadoğu Projesi‘nden yeterince nasibini almış bir kadın olsun. Okkalı bir küfür, to¬kat, tekme, çanta saldırısıyla karşılaşmadan, polislik, karakolluk olmadan, “Neden olmasın, ben de zaten kısmetimi aramak için evden çıkmıştım” diye bir yanıt aldınız. Oracıkta evlenirsiniz, değil mi?
Olmaz! Katiyyen, külliyen olmaz. İnsan intihar edeceği za¬man bile uygun ortamı ve araçları seçemiyorsa sonradan ölemiyor, el aleme rezil oluyor. Evlilik denilen, bülbüllerin kısa sürede kargalaşabildikleri, süresi belirsiz bir maceraya atılırken mutlaka uygun araçları seçmek gerekiyor. Bu nedenle olumlu yanıtı alır almaz hemen nikah memurunun önüne koşmayınız. “Annenizi görebilir miyim” diye sorunuz.
Diyelim anneyi gördünüz.. Babanın hiçbir önemi yoktur, çünkü onu sadece anneler bilir. Bu konuda bir ünsüz şairimizin şu sözleri kulağınıza küpe olmalıdır:
“Herkesin bir annesi var / Bu gerçek / Herkesin bir babası var / Bu da gerçek / Babaları en iyi anneler bilir/Bu daha gerçek.”
Ne diyorduk, diyelim anneyi gördünüz, hoşunuza gitti, birlikte yaşamaya dayanabilirseniz ve önceden cavlağı çekmezseniz, sevgili eşinizin otuz-kırk yıl sonra ne hale geleceği konusunda şekilsel bir bilgi edindiniz. Ama yetmez. Gelin adayını hemen bir mutfağa sokup, ona İşkembe çorbası (insan rakı içer, canı İşkembe çeker), Alinazik, İzmir köfte, Karnıyarık gibi örnek yemekler ve Şekerpare gibi tatlıların nasıl yapıldığını göstermesini söylemelisiniz. “Bizim evde yemekleri hep anam yapardı” diyen adayı ol-duğu yerde bırakıp tüymek, yapılabilecek en doğru davranıştır.
Diyelim aday bu sınavı da yüz akıyla sonuçlandırdı. O za¬man ona anlattığınızda herkesi güldürebilen en sevdiğiniz fık¬rayı anlatıp, ne yapacağını dikkatle izlemelisiniz. Gülmüyor mu? Oracıkta bırakıp gidin.
Bir fıkraya bile gülmeyen kadının yaşamınızı cehenneme çevireceğine kesinlikle inanabilirsiniz.
Yüzme bilmiyorsa, gezme bilmiyorsa, oturup iki kadehi sizinle paylaşamıyorsa, dilinde “Rabbena hep bana” varsa, arkadaşlarınızı eve sokmuyorsa, yağmurun altında yürümeyi “İneklik” sayıyorsa, sizinle evlendikten sonra evde sigarayı ya¬saklayacağının sinyallerini veriyorsa, İngiltere Kraliçesi‘nin kı¬zı bile olsa, inanın beş para etmez. Böyle durumlarda dibini bilmediğiniz kuyulara atlamayıp, “Nikahta keramet vardır” şek¬lindeki abuk atasözüne kulaklarınızı tıkamalısınız. Nikahta res-mi olarak çalınan göz bağlamanın dışında hiçbir keramet yok¬tur.
İyi de siz neden illa evlenmek istiyorsunuz kardeşim? Neden “Bekarlık sultanlıktır” atasözünü anımsamıyorsunuz? Düşü¬nün bir kere, evlenince kirli eşyaları odanın ortasına sere ser¬pe atamayacaksınız, bir aydır değiştirmediğiniz yatak çarşaflarının üzerinde yatamayacaksınız. Kendi odana bir şeyler atma özgürlüğünün olma¬dığı bir evde yaşamanın F tipinde yaşamaktan ne farkı var?
Derdiniz ne? “İki gönül bir olunca samanlık seyran olur” sözünün karşılığını, “İki çıplak da bir hamama yakışır” şeklinde veren Orhan Veli’yi hiç duymadınız mı?
Onu duymadıysanız düdükçü kardeşinizin şu sözlerine mutlaka kulak vermeli, gözlerinizi açmalısınız:
“Perdeler ipektendi, saçları sırma gibi
Pencereden el etti, gözlerim mel mel etti
Nereden bilecektim, ne gelecek başıma
Orman gibi saçımı, bu canavar kel etti.”
Tamam, sinirlendiniz, eşitlikten yana kadınlarsınız, olaya tek yanlı yaklaşmak canınızı sıktı. Siz de evlenmeyi düşün¬dü¬ğü¬nüz erkeklere değişik yoklamalar çekebilirsiniz. Örneğin bir no¬tere götürüp, “İçki, sigara içmeyeceğim, gece sokağa çık¬ma¬yacağım, sinemaya tiyatroya gitmeyeceğim, kitap okumayacağım, televizyonda asla futbol maçı izlemeyeceğim, onun bu¬nun tavuğuna kazına bakmayacağım, eşimin sözünden dışarı çıkmayacağım” diye bir kağıt imzalatabilirsiniz.
O zaman ne olur?
Fıkraya kulak verseniz iyi olur:
Adamın biri çok sevdiği arkadaşının kızını oğluna istemeye gitmiş. “Tanıyorsun bizim oğlanı” demiş, “İçkisi, sigarası, ku¬marı, gece hayatı yoktur. Şimdiye dek anasının dizinin dibinden ayrılmadı. Daha şu şehrin dışına bile çıkmamıştır. Oğlanı kendinin say, kararı sen ver.”
“Yok” demiş kız babası, “Say ki kız senin oğlan benim, sen ne karar verirdin?”
“Kararı ben vereceksem” demiş oğlanın babası, “Ben bu eşe¬ğe hayatta kız vermezdim.”
Sahi kadın olarak böyle birini alıp ne yapacaksınız? Bunlardan turşu bile olmaz, inanın!
Ne oluyor size, neden evleneceğim diye sokaklara düşüp inliyorsunuz? Birlikte yaşamayı neden denemiyorsunuz? Böylesi daha iyi ve kolay. Ne nikah derdi, ne nikah memuru, ne takı rezaleti.. Baktınız olmuyor, oturur söyleşir, tartışır ayrılırsınız. O za¬man da ne hakim, ne mahkeme..
“Her evlilik boşanmak için yapılır..” Unutmayın bu düdük sözünü.”
A. KADİR KONUK
Yüce kamunun bildiği gibi, atasözleri günün gereksinimlerine göre üretilmiş, bir başka deyimle türetilmişlerdir. Bu nedenle, “Atasının sözüne kulak asmayanı ‘babalar’ götürür!”
“Ammenin (kamunun) bildiğini ulema bilemez!”
Ne demiş amme: “Bekarlık sultanlıktır!”
Ne demiş ulema: “Nikahta keramet vardır!”
Yani, “At imzayı, ne çıkarsa bahtına!”
Günümüzün en önemli sorunlarından olan ve bir çeşit “Toplumsal intihar” sayılan evliliklerde atasözlerine mutlak ve mut¬lak kulak verilmelidir. “Anasına bak kızını al, duvarına bak sa¬zını al” sözü bu konuda rehberdir.
Bir kişinin sazını çiçekle, pastayla, lokanta davetleri, pahalı he¬diyelerle akortlayıp çalmadan önce, o sazın asılı olduğu du¬vara ve o duvarda sazın duruşuna bakmak gerekir. Duvar eğri büğrü ve nemliyse o sazı ele almanın hiçbir yararı yoktur. Çün¬kü nem sazı yumuşatır, eğri duvarın biçimine sokar, sesler de nezleli burun sesi gibi çıkar o sazdan. Görüldüğü gibi “Saz ve duvar” birbirleriyle direk ilişki içindedirler. Tıpkı “Ana-kız”da olduğu gibi.
Erkek egemen ammemiz, “Babasına bak oğlunu al” şeklinde erkek egemen bir atasözü ne yazık ki türetememiştir. Çünkü ve genellikle kızlar ondokuzuna varmadan babalar sizlere ömür olmaktadırlar ve kızların “Babasına bak oğlunu al” sözünü kullanmaları olanaksızdır. Bu nedenle biz evlenecek kişinin erkek olduğunu varsayarak teorimizi genişletebiliriz. Çünkü erkekler evlenir, kadınlar evlendirilirler.
Diyelim yaşınız kemale ermiş, askerliği yapmışsınız, iyi kötü bir de iş tutmuşsunuz, yalnızlık deve dikenlerini batırmakta her yanınıza, karabasanların hışmına uğradığınız yalnız gecelerinizin birinin sonunda iyice salaklaşıp, “Bu eve bir bülbül gerek” diyerek evlenmeye karar verdiniz. Ve yine diyelim siz, “Ben kalender meşrebim, güzel çirkin aramam / Gönlüme bir eğlence isterim olsun” diyen emansipe olmuş tiplerdensiniz ve sokağa çıkar çıkmaz, karşılaştığınız ilk kadına, “Benimle evlenip, evimin bülbülü olur musunuz” dediniz.
Ve yine diyelim bu sözü söylediğiniz kişi sizin gibi emansipe olmuş, yeni dünya düzeninden, Büyük Ortadoğu Projesi‘nden yeterince nasibini almış bir kadın olsun. Okkalı bir küfür, to¬kat, tekme, çanta saldırısıyla karşılaşmadan, polislik, karakolluk olmadan, “Neden olmasın, ben de zaten kısmetimi aramak için evden çıkmıştım” diye bir yanıt aldınız. Oracıkta evlenirsiniz, değil mi?
Olmaz! Katiyyen, külliyen olmaz. İnsan intihar edeceği za¬man bile uygun ortamı ve araçları seçemiyorsa sonradan ölemiyor, el aleme rezil oluyor. Evlilik denilen, bülbüllerin kısa sürede kargalaşabildikleri, süresi belirsiz bir maceraya atılırken mutlaka uygun araçları seçmek gerekiyor. Bu nedenle olumlu yanıtı alır almaz hemen nikah memurunun önüne koşmayınız. “Annenizi görebilir miyim” diye sorunuz.
Diyelim anneyi gördünüz.. Babanın hiçbir önemi yoktur, çünkü onu sadece anneler bilir. Bu konuda bir ünsüz şairimizin şu sözleri kulağınıza küpe olmalıdır:
“Herkesin bir annesi var / Bu gerçek / Herkesin bir babası var / Bu da gerçek / Babaları en iyi anneler bilir/Bu daha gerçek.”
Ne diyorduk, diyelim anneyi gördünüz, hoşunuza gitti, birlikte yaşamaya dayanabilirseniz ve önceden cavlağı çekmezseniz, sevgili eşinizin otuz-kırk yıl sonra ne hale geleceği konusunda şekilsel bir bilgi edindiniz. Ama yetmez. Gelin adayını hemen bir mutfağa sokup, ona İşkembe çorbası (insan rakı içer, canı İşkembe çeker), Alinazik, İzmir köfte, Karnıyarık gibi örnek yemekler ve Şekerpare gibi tatlıların nasıl yapıldığını göstermesini söylemelisiniz. “Bizim evde yemekleri hep anam yapardı” diyen adayı ol-duğu yerde bırakıp tüymek, yapılabilecek en doğru davranıştır.
Diyelim aday bu sınavı da yüz akıyla sonuçlandırdı. O za¬man ona anlattığınızda herkesi güldürebilen en sevdiğiniz fık¬rayı anlatıp, ne yapacağını dikkatle izlemelisiniz. Gülmüyor mu? Oracıkta bırakıp gidin.
Bir fıkraya bile gülmeyen kadının yaşamınızı cehenneme çevireceğine kesinlikle inanabilirsiniz.
Yüzme bilmiyorsa, gezme bilmiyorsa, oturup iki kadehi sizinle paylaşamıyorsa, dilinde “Rabbena hep bana” varsa, arkadaşlarınızı eve sokmuyorsa, yağmurun altında yürümeyi “İneklik” sayıyorsa, sizinle evlendikten sonra evde sigarayı ya¬saklayacağının sinyallerini veriyorsa, İngiltere Kraliçesi‘nin kı¬zı bile olsa, inanın beş para etmez. Böyle durumlarda dibini bilmediğiniz kuyulara atlamayıp, “Nikahta keramet vardır” şek¬lindeki abuk atasözüne kulaklarınızı tıkamalısınız. Nikahta res-mi olarak çalınan göz bağlamanın dışında hiçbir keramet yok¬tur.
İyi de siz neden illa evlenmek istiyorsunuz kardeşim? Neden “Bekarlık sultanlıktır” atasözünü anımsamıyorsunuz? Düşü¬nün bir kere, evlenince kirli eşyaları odanın ortasına sere ser¬pe atamayacaksınız, bir aydır değiştirmediğiniz yatak çarşaflarının üzerinde yatamayacaksınız. Kendi odana bir şeyler atma özgürlüğünün olma¬dığı bir evde yaşamanın F tipinde yaşamaktan ne farkı var?
Derdiniz ne? “İki gönül bir olunca samanlık seyran olur” sözünün karşılığını, “İki çıplak da bir hamama yakışır” şeklinde veren Orhan Veli’yi hiç duymadınız mı?
Onu duymadıysanız düdükçü kardeşinizin şu sözlerine mutlaka kulak vermeli, gözlerinizi açmalısınız:
“Perdeler ipektendi, saçları sırma gibi
Pencereden el etti, gözlerim mel mel etti
Nereden bilecektim, ne gelecek başıma
Orman gibi saçımı, bu canavar kel etti.”
Tamam, sinirlendiniz, eşitlikten yana kadınlarsınız, olaya tek yanlı yaklaşmak canınızı sıktı. Siz de evlenmeyi düşün¬dü¬ğü¬nüz erkeklere değişik yoklamalar çekebilirsiniz. Örneğin bir no¬tere götürüp, “İçki, sigara içmeyeceğim, gece sokağa çık¬ma¬yacağım, sinemaya tiyatroya gitmeyeceğim, kitap okumayacağım, televizyonda asla futbol maçı izlemeyeceğim, onun bu¬nun tavuğuna kazına bakmayacağım, eşimin sözünden dışarı çıkmayacağım” diye bir kağıt imzalatabilirsiniz.
O zaman ne olur?
Fıkraya kulak verseniz iyi olur:
Adamın biri çok sevdiği arkadaşının kızını oğluna istemeye gitmiş. “Tanıyorsun bizim oğlanı” demiş, “İçkisi, sigarası, ku¬marı, gece hayatı yoktur. Şimdiye dek anasının dizinin dibinden ayrılmadı. Daha şu şehrin dışına bile çıkmamıştır. Oğlanı kendinin say, kararı sen ver.”
“Yok” demiş kız babası, “Say ki kız senin oğlan benim, sen ne karar verirdin?”
“Kararı ben vereceksem” demiş oğlanın babası, “Ben bu eşe¬ğe hayatta kız vermezdim.”
Sahi kadın olarak böyle birini alıp ne yapacaksınız? Bunlardan turşu bile olmaz, inanın!
Ne oluyor size, neden evleneceğim diye sokaklara düşüp inliyorsunuz? Birlikte yaşamayı neden denemiyorsunuz? Böylesi daha iyi ve kolay. Ne nikah derdi, ne nikah memuru, ne takı rezaleti.. Baktınız olmuyor, oturur söyleşir, tartışır ayrılırsınız. O za¬man da ne hakim, ne mahkeme..
“Her evlilik boşanmak için yapılır..” Unutmayın bu düdük sözünü.”
A. KADİR KONUK