Dün akşam Maksim Gorki'nin ''Lenin Eskizi' yazısını okuyordum. Bir arkadaşım telefonda bu kara haberi verdiğinde kitap elimden düşmüş ve bir an için ne yapacağımı şaşırmıştım. Garbis yoldaşın, 73 yıllık yaşamındaki acıları son bulmuş, ağır tahrip olan vücudu ve ruhu ilk defa rahata kavuşmuştu.
Bu yazı yazıldığı saatlerde onun küçük gövdesi hala toprakla buluşmamıştı. Belki benim bu yazımı da okur. Kim bilir. Her zaman yaptığı gibi değerlendirme ve eleştiri bile gönderir.
Onun hakkındaki taziye yazılarının ağırlığı, baş eğmez direnişi, düşmanına bile saygı uyanıdıran kararlılığı, zindanlarda umudun yoluna giden taşları döşeme gücü ve mütavazi kişiliğyle ilgili yorum ve yazılardı. Kuşkusuz bunların hepsi doğruydu, hatta bu anlatımlar yeterli bile değildi.
Ancak ben burada farklı bir konu üzerinde durmaya çalışacağım.
Yoldaşlığımız 1990 lı yılların başında başlamış olsa da sanıyorum ikimiz birbirimizi çok iyi anlamış olmalıyız ki yoldaşlığa dostluğu da eklemiştik. Burada ortak anılarımızdan örnekler vermeyeceğim. Ama bazı belirlemeler yapmaya çalışacağım.
Gerçekten Garbis Altınoğlu'nun yeterince anlaşıldığı kanaatinde değilim. Komünist ve işçi sınıfı harekatının dibe vurduğu koşullarda onu anlamayı güçleştiren oldukça değişik veriler vardır. Onun anlaşılamamasının nedenlerin başında komünist hareketin krizi vardır. Bu konu oldukça uzun bir analizi gerektirir. Yine de bir noktaya değinmeden geçmeyeceğim.
68 veya 78 kuşaklarının devrimci mücadele geleneği ve bu geleneğe kaynaklık eden harekatlar, 12 Eylül yenilgisinden yaklaşık on yıl sonra, tasfiyeci sürecin derinleşmesi girdabına girmişlerdi. Hem toplumsal yapının giderek çürümesi hem de devrimci kadroların bu çürümeden kurtulamamış olması, kriz ortamının ne derece ağırlaştığını göstermiştir. Lenin böyle dönemlerde bazı belirlemeler yapar. ''Bir Konuşma'' makalesinde 'Kavga' der 'tatsız biçimler alıyor, dedikodu ve gevezeliğe dönüşüyor. Bu ahlak bozukluğuna yol açıyor.'
Geçmiş devrimci hareketlerin önder veya orta kademe kadrolarının büyük bir çoğunluğu, bugün devrimden umudunu kesen ve sisteme uyum sağlayan teorik ve politik söylemleri, doğal olarak kendilerini yeni bir yaşam ve ahlak öğretisi doğrultusundan konumlandırmıştı. Neredeyse literatürümüzden sildiğimiz revizyonizm, reformizme gibi kavramlar , işte tam da bu biçimlenişte anlam kazanıyordu. Yeni konumlanışın adıydı bu. Ve bunu eleştirenler de doğal olarak sol sekterizmle damgalanıyordu.
Yazının başlığındaki Garbis yoldaşın yalnızlığının temelinde yatan işte bu aforizmaydı.
O, ısrarla yaşamında bir bütünü, davranışıyla düşüncesi arasındaki bütünü temsil etti. Düşünceyle davranışın neredeyse karşı kutuplara geçtiği bir dönemde aykırı bir ses oldu o. Ne sevindiricidir ki, bu temsiliyet çok az insana nasip olmuştur.
Garbis Altınoğlu'nun ML karşısında tavizsiz duruşu, onu bağnazlıkla ve esnek olmamakla suçlanmaya neden olmuştur. İşin garibi onu bu yönüyle eleştirenlerin kendilerinin nasıl reformizme sürüklenenler olduklarını tarih kanıtlamıştır. O nedenle suça değil suçlayana bakmak gerekmez miydi?
Kuşkusuz Garbis yoldaşın politikaya yaklaşımındaki esnek olmayan, hatta yer yer politik bağnazlıkları olmadığını söyleyemeyiz. Birgün bu eleştirileri kendisine yaptığımda şöyle demişti; ''Güzel de bu eleştirileri kimler yapıyor? En çukura batmış ama o çukurda hala Marksizm lafını ağızlarından bırakmayanlar değil mi?'' Haklı değil miydi?
Bir anımı yazmak istiyorum; Ben Stalinizm kavramını reddediyordum. Marksizm Leninizm vardır. Stalin de büyük bir marksisttir. Farkındaysan Marksın yanına Engelsizm yazmıyoruz. Bu Engelsin olmadığı anlamına mı gelir? Elbette hayır. Bu yaklaşım Stalin'in hatalarını eksikliklerini görmezden gelir vb...'' Elbette Garbis arkadaş itiraz etmişti. Ben Haluk Gerger'in son yazdığı üç cilt kitabında yeni belgelerin olduğunu, Stalin'in bilinmeyen konuşmaları olduğunu söylediğimde, çok yakından ilgilenmiş, o kitapları okuyup yeniden konuşalım demişti. Ve hemen Türkiye den kitapları getirtmişti. Ama bir daha görüşemedik ve bu sorun üzerine konuşamadık. Şunu demek istiyorum; bağnaz gibi görünen Garbis, aslında kendisiyle düzeyli bir tartışmaya kapalı değildi. Dolayısıyla belgesel konuşmalara hiç bir zaman reddetmedi. Ciddiyetle dinler ve sonuçlar çıkarırdı. Zaten facebooktaki yazılarını incelerseniz, eski katı yaklaşımından bir hayli uzaklaştığını da görürsünüz. Göremeyeceğiniz tek bir şey vardır; marksist teoriye olan tutkulu bağlılığıdır. O, haklı olarak ideolojinin temeline dinamit koyanlarla amansız savaştı.
İbrahim Kaypakkaya, bir geleneğin adıdır. Buz kıran bir komünisttir. Ser verip sır vermeyen, revizyonizme ve reformizme karşı devrimci geleneği yaratan bir dalga kırandır. Garbis onun yakın bir yoldaşıdır. Garbis de devrimci hareketimizin, reformizme ve revizyonizme karşı mücadele geleneğini sürdüren ve düşmana karşı ser verip sır vermeyen bir dalga kıranıdır.
Güle güle yoldaş Garbis Altınoğlu.


Share To:

ozgurhabernet

Post A Comment:

0 comments so far,add yours